Kayıtlar

2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

DAMAĞIMIZDA KALAN - 2

Resim
  DAMAĞIMIZDA KALAN- 1 Şanlı Azerbaycan ordusunun, 3 gün devam eden saldırışları sonunda emperyalist yamyamların araya girmesi ve bir kere daha Ermenileri himaye etmesi nedeniyle Karabağ gündemimiz kasıtlı olarak gündemden çıkartılmış gibi görünüyor.  ABD ve kadim dostu Rusya’nın, paniklemiş bir vaziyette ‘ateşkes’ çağrılarının arasında, çok sesi çıkmasa da Avrupa Birliği de bilinen Haçlı ruhuyla meseleye dâhil oldu.   Üç gün süren savaş neticesinde ortaya çıkan sonuçlar, öyle görülüyor ki en çok Ermenistan’ın çapulcu başkanını şaşırtmış durumda. Sığıntı ve uydurma bir devletin başında bulunduğunu herkesten daha iyi bildiği için, çatışmaların başlamasıyla birlikte soluğu Almanya’da alan sığıntı devlet başkanı, Angela Merkel’le yaptığı yalvarma toplantısının ardında düzenlenen basın açıklamasında, çapsızlığını ve ülkesinin sefaletini bir kere daha itiraf etti: ‘Azerbaycan, modern silahlarının olduğunu son üç günde gösterdi’ diyerek, tarihî bir gerçek olan Ermeni acizliğini bir ke

AZİZ HÜDAİ (1880-1950)

Resim
  Atatürk’ten 1 yaş büyük olan Aziz Hüdai, 1880 yılında doğmuş, 1902’de Harbiye’den birincilikle mezun olmuş. Balkan Savaşı’na katılmış. Edirne cephesinde yaralanarak esir düşmüş. Serbest kaldıktan sonra, Kuleli Askerî Lisesi’nde Fransızca öğretmenliği yapmış. I. Dünya Savaşı sırasında, askerî sansür kuruluna girmiş. Savaşın kaybedilmesi sonrası işgal güçleri tarafından kurulan sansür heyetine, Türk üye olarak alınmış. Sansür kurullarının görevi, otoritenin beğenmeyeceği yazıları sansürlemektir. 9 Şubat 1919’da Süleyman Nazif’in ‘Kara Bir Gün’ adlı yazısını görmezden geldiği için Aziz Hüdai İzmir’e sürgün edilmiş. KARA BİR GÜN Buraya ayrı bir başlık açmam gerekiyor: ‘Kara Bir Gün’ adlı yazı, işgal günlerinde yazılması ve göz yumulması zor bir yazıdır. Yazının yayınlandığı Hadisat gazetesini de Cenap Şehabettin’le birlikte Süleyman Nazif çıkarıyordu. Süleyman Nazif, Basra, Kastamonu, Trabzon, Musul ve Bağdat gibi önemli şehirlerde valilik yapmış bir İttihatçı’ydı. Ömrü

NAVARİN BASKINI

Resim
  1814 yılında, günümüzde Ukrayna’nın, o günlerde Rusya’nın sınırları içinde bulunan Odesa kentinde, Filiki Eterya adında bir dernek kuruldu. Üç Yunan tarafından kurulan dernek, Türkçe ‘Dostluk Cemiyeti’ anlamına geliyordu. Kuruluşunun üzerinden 1 yıl geçmeden, dernek merkezi İstanbul’a taşındı; başkanlığına da Rus ordusunda binbaşı olan bir Yunan getirildi. Bu Yunan aynı zamanda Rus çarının yaveriydi. Babası Osmanlı memuruyken Boğdan beyi yapılmış, görevden alınınca Rusya’ya kaçmıştı. Açıkça Yunan bölücülüğü için yurtdışında kurulmuş bir dernek, bir yıl içinde devletin başkentine taşınmış ve başına da düşman bir devletin binbaşısı geçmişti ama devletlilerin -muhtemelen- daha önemli işleri olduğu için bu gelişmeyi ciddiye almamışlardı. Bu dernek, 6 yıl içinde Yunan isyanını örgütledi. Para topladı, silah dağıttı, militan yetiştirdi. 1821’de Mora’da Yunan isyanı patladı. 3000 silahsız Türk Mora’da, 15.000’i Tripolis’te katledildi.   Devletimiz ve devletlilerimiz isyanla baş ede

SAVCI

Resim
Özgür Katip Kaya… 2007 yılında Bafra’dan Bursa’ya cumhuriyet savcısı olarak geldi. Dönemin modasına uygun olarak, bizim de akıl almaz palavralarla tutuklanmaya, evlerimizin basılmaya başlandığı yıllardı. İkide bir silahlı terör eylemi, roketatarlı saldırı, polis noktalarına baskın, şuna buna suikast gibi suçlamalarla kendimizi terörle mücadele bodrumunda ya da savcının karşısında buluyorduk. O dönemin değişmez suçlamalarından biri de ‘Bülent Arınç’a suikast girişimi’ idi… Şimdilerde cumhurbaşkanına hakaretten mahkemelik olmak nasıl modaysa, o dönemde de Bülent Arınç’a suikast girişiminden yargılanmayana adam demiyorlardı. Bugünlerde her şehrin sembol yapılarına Azerbaycan bayrağı donatan AKP iradesi, o günlerde evlerimize yüzlerce polis gönderip suç delili diye pilavlık pirinçlerin içinde Azerbaycan bayrağı arıyordu. Bugünlerde Azerbaycan güzellemesi yapan yalaka ve yalama basınımız da o günlerde Azerbaycan bayrağı açmayı 11 Eylül saldırılarına benzeten haberler yapıyordu.  Toplu halde

ÜNLEM |

Resim
Bazen, bir yazı olmayı hak etmediği için, bazen de bir yazıya tıkılması haksızlık olur diye bir fikri yazamıyorsun. Bazı fikirler, okuyucunun vaktini ziyan edeceği için yazı olmayı hak etmiyor. Bazı fikirleriyse bir yazıya sığdırmak, fikrin kendisine hakaret olacak diye endişe ediyorsun. Bazı mendillerin sadece burun silmeye, bazı mendillerin yakaya takılmaya layık olması gibi… Bütün hayvanlara kıymet vermek mümkün; vermiyorsan da senin ayıbın… Bazısını severken hayvanın temizliğinden, bazen de elinin temizliğinden endişe ediyorsun. Bütün hayvanları sevmek mümkün; fakat elini kirletecek hayvanlar ve elinle kirletmekten endişe edeceğin hayvanlar var. Bu da öyle… Her fikri yazmak mümkün… Yazmakla kıymet vereceğin ve yine yazıya dökerek kıymetten düşüreceğin fikirler var. Bazısını yazarken fikrin temizliğinden, bazısını yazarken elinin temizliğinden emin olmak istiyorsun. Bütün çiçekler güzel… Her çiçeği sevmek mümkün… Bazısını koparıp sevdiklerine vermek istiyorsun; fa

26 HAZİRAN ATATÜRK’Ü ANMA BAYRAMI

Resim
53 yıl önce Adnan Menderes hükümeti, 19 Mayıs törenlerini, bayrama iki gün kala yasakladığını duyurdu. Ankara ve İstanbul'da üniversiteliler meydanlara yürüdü. Polis, gençlere var gücüyle saldırdı ve bir üniversite öğrencisi, bu olaylarda polis tarafından öldürüldü. O yıl 19 Mayıs, hükümetin yasağına takıldı ve kutlanamadı. Çok zaman geçmeden; 27 Mayıs'ta askerî darbe yapıldı. 1 9 Mayıs'ı yasaklayanlar Yassı Ada'da idam kararlarını beklemeye koyuldu fakat kutlanamayan 19 Mayıs unutulmadı.  Nasılsa geçti gitti denilmedi ve 19 Mayıs kutlamalarının 21 Haziran'da yapılacağı duyuruldu. “ Tanklarıyla, toplarıyla gelseler dahi Bağımsız olacak Türk'ün ülkesi Yıldırım bora sükûn bulacak Bize Amerika, Bize Amerika Selam duracak ” marşı, o günlerden sonra dillere dolandı. O dönemin gençliği, bayramı yasaklayanın hangi kuvvet olduğunu tespit edecek kadar şuur sahibiymiş... 30 Ağustos törenleri, 1999 yılında, aynı ay içinde yaşanan deprem bahane edilerek iptal

YUNAN

Resim
‘Geçtikleri yerlerdeki ekinleri, evleri yakıp yıkıyor, çoluk çocuk, genç, ihtiyar, ele geçirdikleri bütün köylüleri çeşitli zulümlerle kılıçtan geçiriyor veya kurşuna diziyorlardı. Bilhassa genç kız ve kadınları öldürmeden evvel zorla döverek veya yaralayarak ırzlarına geçtikten sonra öldürüyor ve aynı şiddet vasıtalariyle kiliseye götürerek Hristiyanlığı kabule zorluyorlardı. Hristiyan olmayı reddedenleri, diğerlerinin gözleri önünde yavaş yavaş en adi usullerle öldürmek suretiyle, geri kalanların Hristiyanlık itikadını ikrar etmesini temin ediyorlardı.’ ‘Ekseri camilere giren komiteciler, duvarlarda asılı duran ayetleri ve nefis levhaları indiriyor, Kuran’ı Kerimleri dışarı çıkararak çamurlara atıyor ve mundar ayakları, dağlı çarıkları ile üzerinde dolaşıyor, camilere haç takıyor, minarelere çan asıyor ve fatihlerin eseri mübarek mabetlerimizin içini putlarla doldurarak kilise haline koyuyorlardı. Tekke ve zaviyeler ahır haline getiriliyor, türbeler içindeki merkadler, evliy

VİRÜS-2

Resim
Sayın cumhurbaşkanından virüse karşı önlemlere dair şeyler duyacağını sanan yurttaşlar olarak bir haftalık bekleyişimiz sonunda bitti. Sayın AKP genel başkanının, AKP’nin 17 yıllık macerasında gösterdiği başarıları dinledik. Merakımız virüs konusuydu ama tabii ki lafı 15 Temmuz destanı ve kendisinin başkomutanlık ettiği sınır ötesi harekatların başarılarından açtı. Zaten konumuzun ne olursa olsun; 15 Temmuz ve Suriye operasyonlarına değinmeden o mevzuya girmemiz mümkün olmuyor. 15 Temmuz tarihini zikretmek, güncel bir besmele haline geldi… Uzatmayalım! Sayın cumhurbaşkanı, sayın AKP genel başkanının 17 yıllık başarılarını referans göstererek, gelecekteki durumlara karşı da kendilerine güvenilmesi gerektiğine dair uzun bir nutuk verdi. Malum virüsün tarihçesi ve geçmiş virüslerin istatistik izahlarından sonra, bir miktar atanmamış öğretmenlerin bir avuç kadarını atayacaklarının da müjdesini verdi. Virüs salgınıyla boğuşan başka ülkelerin, başka başkanlarının ağzından, o ülk

AJAN |

Resim
Çocukluk yıllarım boyunca hep istihbarat kitapları okudum. Önceleri, bu konuya meraklı olduğumu sanıyordum. Çok sonra fark ettim ki mesele benim merakım değil; en ucuz kitaplar bunlar… Şunun sırrı, bunun deşifresi, en büyük devletlerin en gizli örgütlerinin ifşası ve sair kitaplar, rengarenk ve üç kuruş. Bu konuda okuduğum kitaplarda en fazla ilgimi çekenler, ülkemizin işgal yıllarında kurulan ve kurtuluşa hizmet eden örgütlere dair olanlardı. Çocukluk heyecanlarının da etkisiyle, Karakol teşkilatıyla yatıp Mim Mim örgütüyle kalkıyordum. İnternetin ve yüzlerce televizyon kanalının henüz gündelik hayata dahil olmadığı dönemlerdi ve hayal dünyamın süper kahramanları hayali değildi. Kara Vasıf’a imrenen, Yahya Kaptan’a özenen, Hüsamettin Ertürk’e gıpta eden bir çocuktum. Hayal dünyamın yanılmaz ve yenilmez kahramanları, işgal İstanbul’unda miting organize ediyor, halkı işgalcilere karşı örgütlüyor, düşmanla iş birliği edenleri fişliyor, düşman cephaneliklerini soyup Anadolu’y

KUŞAK |

Resim
Harflerle ifade ettiğimiz nesiller arasında alfabenin sonuna layık gördüğümüz ilginç kuşakla ilgili ciddi ya da ciddiyetsiz yorumlar, araştırmalar okuyorum. Henüz ölmemiş olduğu için karizmatik olmayan sosyologlar ve düşünürler, bu kuşakla ilgili hemen hemen aynı şeyleri düşünüyor, benzer şeyler yazıyorlar. Dünya tarihinde önemli şeyler listesi yapılırken kalın harflerle yazılıp altı çizilen başlıklarda bu kuşağın eseri yok. Henüz arıyor. Şimdilik, kuşağın kendisi bir başlık… Bilinmeyen şey korkutucu olduğu için de bu kuşağa dair yapılan bütün yorumlar dönüp dolaşıp korkuyla endişe arası bir yere çıkıyor. İnsan olarak, çağı-kuşağı fark etmeksizin birbirimizden korkmak için yeterli sebebimiz var. Bu kuşağı tanımasak bile korkmak için kendimizi tanımak yeter de artar bile. Tanıdığım kadarıyla tarif etmeye çalışacağım: Bu kuşak; insanlık tarihinin -bir yaprak değil- kalın ciltlere tekabül ettiği devirde doğmuştur. Tekerleğin icadıyla dünyayı değiştiren insanlar da insanken, bu k

ALEVİ |

Resim
Anadolu’ya ikinci büyük Oğuz göçü aktığı sırada, ilk gelenler çoktan yerleşik hayata geçmiş, devletleşmişti… Moğol istilası sebebiyle yerinden olmuş, yağmalanmış, yoklukla boğuşarak ve felaketler atlatarak Anadolu’ya gelen bu göçerler, yerleşik hayata geçmiş soydaşlarının şehirli miskinliğine uyum sağlayana kadar, varlıkları dert oldu. Şimdilerde dünyanın envai çeşit vatansızını, soysuzunu, kimliksizini himaye etmekle böbürlenen ve bu işe de inancını referans gösterenler, o devirde bu kadar kucaklayıcı değilmiş. Göçtükleri kadim Türk yurdunda da horlanan bu Oğuzlara gidecek yer kalmadığı için, Babai isyanı dediğimiz isyanlar başladı. O devirde henüz dede yoktu; göçen Türklere her konuda ‘babalar’ siyaset ediyordu. Selçuklu idaresi, bu Babai isyanlarını bitirmek için her zaman her devletin başvurduğu çarelere başvurdu. Bir süre kaba kuvvet, yetmeyince sözü geçen babalara makam-mevki vermek, tutmayınca tekrar kaba kuvvet, vs… Bildiğimiz devlet aklı. Neticede bu Babai isyanla