Kayıtlar

Mart, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

VİRÜS-2

Resim
Sayın cumhurbaşkanından virüse karşı önlemlere dair şeyler duyacağını sanan yurttaşlar olarak bir haftalık bekleyişimiz sonunda bitti. Sayın AKP genel başkanının, AKP’nin 17 yıllık macerasında gösterdiği başarıları dinledik. Merakımız virüs konusuydu ama tabii ki lafı 15 Temmuz destanı ve kendisinin başkomutanlık ettiği sınır ötesi harekatların başarılarından açtı. Zaten konumuzun ne olursa olsun; 15 Temmuz ve Suriye operasyonlarına değinmeden o mevzuya girmemiz mümkün olmuyor. 15 Temmuz tarihini zikretmek, güncel bir besmele haline geldi… Uzatmayalım! Sayın cumhurbaşkanı, sayın AKP genel başkanının 17 yıllık başarılarını referans göstererek, gelecekteki durumlara karşı da kendilerine güvenilmesi gerektiğine dair uzun bir nutuk verdi. Malum virüsün tarihçesi ve geçmiş virüslerin istatistik izahlarından sonra, bir miktar atanmamış öğretmenlerin bir avuç kadarını atayacaklarının da müjdesini verdi. Virüs salgınıyla boğuşan başka ülkelerin, başka başkanlarının ağzından, o ülk

AJAN |

Resim
Çocukluk yıllarım boyunca hep istihbarat kitapları okudum. Önceleri, bu konuya meraklı olduğumu sanıyordum. Çok sonra fark ettim ki mesele benim merakım değil; en ucuz kitaplar bunlar… Şunun sırrı, bunun deşifresi, en büyük devletlerin en gizli örgütlerinin ifşası ve sair kitaplar, rengarenk ve üç kuruş. Bu konuda okuduğum kitaplarda en fazla ilgimi çekenler, ülkemizin işgal yıllarında kurulan ve kurtuluşa hizmet eden örgütlere dair olanlardı. Çocukluk heyecanlarının da etkisiyle, Karakol teşkilatıyla yatıp Mim Mim örgütüyle kalkıyordum. İnternetin ve yüzlerce televizyon kanalının henüz gündelik hayata dahil olmadığı dönemlerdi ve hayal dünyamın süper kahramanları hayali değildi. Kara Vasıf’a imrenen, Yahya Kaptan’a özenen, Hüsamettin Ertürk’e gıpta eden bir çocuktum. Hayal dünyamın yanılmaz ve yenilmez kahramanları, işgal İstanbul’unda miting organize ediyor, halkı işgalcilere karşı örgütlüyor, düşmanla iş birliği edenleri fişliyor, düşman cephaneliklerini soyup Anadolu’y

KUŞAK |

Resim
Harflerle ifade ettiğimiz nesiller arasında alfabenin sonuna layık gördüğümüz ilginç kuşakla ilgili ciddi ya da ciddiyetsiz yorumlar, araştırmalar okuyorum. Henüz ölmemiş olduğu için karizmatik olmayan sosyologlar ve düşünürler, bu kuşakla ilgili hemen hemen aynı şeyleri düşünüyor, benzer şeyler yazıyorlar. Dünya tarihinde önemli şeyler listesi yapılırken kalın harflerle yazılıp altı çizilen başlıklarda bu kuşağın eseri yok. Henüz arıyor. Şimdilik, kuşağın kendisi bir başlık… Bilinmeyen şey korkutucu olduğu için de bu kuşağa dair yapılan bütün yorumlar dönüp dolaşıp korkuyla endişe arası bir yere çıkıyor. İnsan olarak, çağı-kuşağı fark etmeksizin birbirimizden korkmak için yeterli sebebimiz var. Bu kuşağı tanımasak bile korkmak için kendimizi tanımak yeter de artar bile. Tanıdığım kadarıyla tarif etmeye çalışacağım: Bu kuşak; insanlık tarihinin -bir yaprak değil- kalın ciltlere tekabül ettiği devirde doğmuştur. Tekerleğin icadıyla dünyayı değiştiren insanlar da insanken, bu k

ALEVİ |

Resim
Anadolu’ya ikinci büyük Oğuz göçü aktığı sırada, ilk gelenler çoktan yerleşik hayata geçmiş, devletleşmişti… Moğol istilası sebebiyle yerinden olmuş, yağmalanmış, yoklukla boğuşarak ve felaketler atlatarak Anadolu’ya gelen bu göçerler, yerleşik hayata geçmiş soydaşlarının şehirli miskinliğine uyum sağlayana kadar, varlıkları dert oldu. Şimdilerde dünyanın envai çeşit vatansızını, soysuzunu, kimliksizini himaye etmekle böbürlenen ve bu işe de inancını referans gösterenler, o devirde bu kadar kucaklayıcı değilmiş. Göçtükleri kadim Türk yurdunda da horlanan bu Oğuzlara gidecek yer kalmadığı için, Babai isyanı dediğimiz isyanlar başladı. O devirde henüz dede yoktu; göçen Türklere her konuda ‘babalar’ siyaset ediyordu. Selçuklu idaresi, bu Babai isyanlarını bitirmek için her zaman her devletin başvurduğu çarelere başvurdu. Bir süre kaba kuvvet, yetmeyince sözü geçen babalara makam-mevki vermek, tutmayınca tekrar kaba kuvvet, vs… Bildiğimiz devlet aklı. Neticede bu Babai isyanla

HAKARET |

Resim
AKP genel başkanı Erdoğan’ı kastederek ‘ al seçim senin olsun iblis ’ diyen bir kişi, cumhurbaşkanına hakaret suçundan mahkemelik olmuş. Ankara’da görülen duruşmanın hâkimi, bu sanıkla ilgili ‘cumhurbaşkanına hakaret’ suçundan değil; sadece ‘hakaret’ suçundan ceza vermiş. Eline meşale alarak cadı avı yapan Ortaçağ Avrupa köylüsü gibi kan isteyen kalabalıklar bu karara isyan ediyor. Onlara göre, sayın cumhurbaşkanımıza hakaret edenler ve mümkünse, kendisini yeterince sevmeyen herkes kazığa geçirilmeli. Diğer tarafta, bu kararın emsal kabul edilmesini uman halk kitlesi, kuru ekmekle karnını doyuran garibanların tok uykusu gibi, geleceğe dair neşeli rüyalar görmeye devam ediyor. Özellikle ‘ darbeci ’ deyince tüyleri diken diken olan ve her türlü muhaliften bir darbeci çıkarmaya alışık yığın için anlatacağım. Bu cumhurbaşkanına hakaret suçunu, 27 Mayıs 1960 darbesinin darbecisi Cemal Gürsel icat etti. 1961 yılında Cemal Gürsel’in imzasıyla yürürlüğe giren kanuna göre; 1- Cumhur

8 MART |

Resim
Birey olmak istiyorsan kendini herkesle bir tutma. Birlik olmakla birey olmak aynı anda mümkün değildir. İkisinden birini tercih et. Sürü olarak susmakla, sürü halinde bağırmak aynı şeydir. Kalabalığa karışarak attığın slogan, senin tavrını değil; başkasının tavrına verdiğin onayı haykırır. Sorunların ve çözümlerin özgün değilse sen de özgün değilsin. Özgün ol. Aynı şeyi düşünüyorsak bile, sen bunu kendine özgü yollarla ifade et. Özgün olmayan, seni de hesaba katmayan, senin için üretilmeyen fikirler seni bağlamaz. Başka bir zamanda yaşamış, başka bir kıtanın bambaşka insanlarına özgü köhnemiş fikirlerle sana özgü dünyanın, sana özel dertlerini çözemezsin. Sürüye sürülmek, dertlerinin çözümü değil; kaynağıdır. Bir yobazın cariyesi olmakla, bir kompradorun kölesi olmak arasında tercih yapılmaz. Onurlu insan her türlü esareti reddeder. Her türlü esaret kötüdür; fakat gönüllü esaret en kötüsüdür. En sinsi avcılar oltayla avlanır. Zincirle savaşırken, misinayla avlanma. G

ATEŞKEŞ |

Resim
1659 yılının ilk aylarında, Ruslar Ukrayna’yı ele geçirmek için büyük bir sefer başlattı. Rusların 350 bin kişilik ordusuna direnme ihtimali olmayan Ukrayna prensi Vygovsky, Osmanlı’dan yardım ve himaye talebinde bulundu. Osmanlı tahtında IV. Mehmet Han oturuyordu. Kırım Hanı Mehmet Giray’a asker ve sefer emri verdi. Giray Han yardıma yetiştiğinde, Ruslar Çenigov şehrinde bulunan Konotop kalesini kuşatmıştı. 12 Temmuz 1659’da, Konotop’u kuşatan Ruslara, Türk ordusu hücum etti. 350 bin kişilik Rus ordusunun komutanı Prens Trubeçkoy da dahil, 120 bin Rus askeri, orada imha edildi. 50 bin 500 Rus, esir alındı. Diğerleri sağa sola kaçışarak yok oldular. Konotop Zaferi, bizim kitaplarımızda geçmiyor, gençlerimize öğretilmiyor olsa da Ukrayna’da her yıl binlerce insanın katılımıyla kutlanıyor. Zaferi kazandık fakat Rusların yenilgi kabul etme huyu yoktu. Bugün Ukrayna’nın ortasında bulunan Çigirin şehri, o günlerde Çehrin Kalesi… 1677’de Ruslar tarafından işgal edildi. 1677’de İbr

MÜLTECİ |

Resim
İçişleri bakanımızın verdiği son bilgiye bakarsak, bu sabah itibariyle ülkemizden Avrupa’ya geçen mülteci sayısı 76 bin. Bu sayının ne kadarı Suriyelidir; bilmiyoruz ama sınıra yığılan mülteci haberlerinden gördüğümüz kadarıyla tam bir ırklar karnavalı var. Az koyudan çok koyuya doğru çeşit çeşit zenci ve Afgan, Bangal, Peştun gibi çingene karası ırklar, feryat figan bir insanlık dramı… Mülteciler sınırı, sınır kapısından geçmeye çalışıyor; Yunan kopilleri 300 Spartalı gibi direniyor. Geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler genel kurulunda Suriye temsilcisinin Türkiye’yi suçlayan nutuğuna cevap veren Türkiye daimî temsilcisi Feridun Sinirlioğlu, ‘9 milyon Suriyeliye bakım ve koruma sağlıyoruz’ dedi. Bu sayıya diğer ülkelerden gelen mültecileri de ekleyince çıkan sayıyı elbette bilmiyoruz. Bildiğimiz şu: İçişleri bakanımızın Avrupa’ya gittiğini söylediği mülteci sayısı, Sinirlioğlu’nun verdiği Suriyeli sayısının %1 ’i etmiyor. Bir de şunu anlıyoruz: Elimizde kalan %99 , Y