KARA SANCAK’IN HİKÂYESİ
Birinci Dünya Savaşı’nın kaybeden tarafındaydık. Kazananlar, Paris Barış Konferansı adıyla bir toplantı düzenleyerek kağıt üstünde vatanımızı pay ettiler. Bu toplantıda alınan kararlara göre, 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgali başladı. Halbuki; Birinci Dünya Savaşı’nda karşımıza çıkan ülkeler arasında Yunan Krallığı adlı uyduruk ülke yoktu. Karşımızdaki devletler, İtalyanlar fazla kârlı çıkmasın diye, akılları sıra bir denge unsuru olarak Yunanları topraklarımıza saldı…
Aynı gün İstanbul’da Türk Ocağı ve Karakol Cemiyeti,
Sultanahmet Mitinglerinin ilkini düzenledi. Sonraki aylarda işgali protesto
eden 3 miting daha düzenlendi. Hepsinde de siyah sancaklar ve katılan
teşkilatların siyah sembolleri kullanıldı.
Yüzyıllar süren aşağılık kompleksini ve savaşın galibi olan
devletlerin desteğini yanına alan Yunan, topraklarımıza ayak bastığı anda,
hayvanları şaşkınlığa düşürecek bir katliama başladı. Devletimizi yönetenler
çoktan teslim bayrağı çekmişti ama vatanın asıl sahipleri, mücadeleyi hiç
bırakmadı. Ellerine geçen her şeyle işgale karşı direnen Türkler, kalemi de
mücadele aracı olarak kullanıyordu.
Orhan Seyfi Orhon’un, bu işgal sebebiyle yazdığı ‘Sancağa’
adlı şiiri, 5 Haziran 1919’da Büyük Mecmua’da yayınlandı:
Ellerde dolaşan bu siyah sancak,
Göklere yükselen bir âh olmasın!
Doğru mu bu kadar ye'se[1]
kapılmak,
Korkarım, bu matem günah olmasın!
Milletin kalbinde yer etmez keder;
Asırlar değişir, seneler geçer...
Ne kadar karanlık olsa geceler,
Mümkün mü sonunda sabah olmasın.
Dilerse, her yüzde keder görünsün,
Yıldızlar yerlere düşüp sürünsün...
Dilerse, her taraf ye'se bürünsün;
Sade senin yüzün siyah olmasın!
Bir kızıl alevdin gökte bir zaman;
Solardı renginden nuru güneşin.
Şimdi bir dumansın, kara bir duman;
Sinmiş gönüllere sanki ateşin.
Ağlıyor uzaktan bakan rengine,
Diyor: "Matemde mi öz vatanımız?
"Biz seni boyarız o kan rengine,
Var damarımızda hâlâ kanımız!
Ey güzel sancağım, solmasın yüzün,
Biz henüz yaşarken ye'se bürünme!
Hicrana takati yok gönlümüzün,
Bu matem yüzüyle bize görünme!
Ey güzel sancağım, o ay yıldızın,
Sana tarihinden kaldı hediye,
Üstünden eksilme vatanımızın,
Dalgalan ‘bu iller benimdir!’ diye.
***
Kara Sancak, işgal edilen yurdumuzda, bir matem sembolü
olarak ortaya çıktı. Aynı sırada, işgale rıza göstermeyenlerin, baş
eğmeyenlerin de sembolü oldu. Milli şairlerin de sık sık kullandığı bir sembol haline
geldi.
Büyük Mecmua’nın sonraki sayısında, Faruk Nafiz’in ‘Bugün’ başlıklı
şiiri çıktı:
Ye’sini duyarak biz bu diyarın
Siyaha boyadık sancağımızı.
Bu karanlıkları yırtarak yarın
Atiye doğacak Türk’ün yıldızı.
Boşlukta bu sancak dalgalandıkça,
Gönüller bu siyah günü anacak.
Gözlerde Allah’ın nuru yandıkça,
Türk ırkı altında halkalanacak!
Ey Türk!
Kalksın yumrukların her gün engine,
Azmini anlasın sesini duyan.
Seni aldattılar! Uyursan yine,
Nasibin ölümdür, Ey Garip; Uyan!
Perişan oluyor eski saltanat,
Ne kadar sayısız katillerin var.
Kırılmadan Şark’a gerdiğin kanat,
Kendi hayatını pençenle kurtar!
***
1920’nin Temmuz ayında, yine İngilizlerin gözetimi altında,
yine Yunan tarafından, Bursa da işgal edildi. 10 Temmuz 1920’de Milli Meclis’in
31. toplantısında, şu önerge okundu:
“Birinci hükümet merkezimiz olan Bursa'nın Yunanlar tarafından işgali ve
bu işgal neticesiyle orada din ve vatan kardeşlerimizin uğradıkları zulümlerin
üzüntülerine iştirak ettiğimizin bir nişanesi olarak başkanlık kürsüsünün
puşide-i siyah (siyah örtü) ile örtülmesini teklif eyleriz.”
Teklif kabul edildi ve kürsüye siyah örtü örtüldü.
Mehmet Akif Ersoy, Bülbül şiirini de bu olay üzerine kaleme
aldı.
19 Ekim 1920’de Faruk Nafiz, bu defa ‘Destan’a adlı
şiirini yayınladı. Memleketin durumunu anlattığı ve direnişe çağırdığı şiirin
bir kıtasında şöyle diyordu:
Dökülen Türk kanı bugün içinmiş,
Gözyaşı bizlerin, zevk ellerinmiş,
Her kalbe karanlık bir gölge sinmiş,
Sancağı kaplayan siyah dumandan…
***
Siyah sancak, milli mücadele günleri boyunca milli bir sembol
olmaya devam etti. Silahlı kuvvetlerin elinden, şairlerin kaleminden,
hatiplerin dilinden düşmedi.
2 yıl, 2 ay, 2 gün boyunca, Bursa’nın kurtuluşuna kadar,
meclis kürsüsünde o siyah örtü durdu. 11 Eylül 1922’de, Şükrü Naili Gökberk
Paşa tarafından Bursa kurtarıldı ve Faruk Nafiz, meclis kürsüsünden siyah
örtünün indirilmesi münasebetiyle ‘Siyah Bayrak’ adlı şiirini yazdı. 14
Eylül’de yayınladı:
Uysun diyerek benliğimizden taşan aha,
Bizdik boyayan rengini yıllarca siyaha…
Eksilmedi üç yıl başımızdan bu karaltı,
Üç yıldır bize gölgenden hazin bir ‘Çınaraltı’…
Bir kavme teselli dağıtırdın tepemizden
Ta Aydın’ın ayrıldığı günden beri bizden!
Baktıkça üzüldük sana, baktıkça sarardık,
Gölgende senin, dert avutur, derde yanardık.
Sessizce sorardık rüzgâr durulursa:
‘İzmir nasıl, anlat bize, ya sevgili Bursa ?’
Rengin kızarır belki, belki dedik kanlarımızla
Taştık, yürüdük bâdiyelerden ki o hızla
Mer’aları hatta basamaz selleri Nil’in…
Şair kanı eksikti içinden bu sebilin.
Kalbimdeki son damla da aşkınla boşalsın,
Tek yaprağımın rengi dedim, kırmızı kalsın!
Ey sevgili bayrak; seni kan dalgası sardı.
Rengin, bu alevden gönlün üstünde kızardı.
***
Kara Sancak, milli mücadele yıllarının direniş ve matem
sembolü, 2005 yılında kurduğumuz Türkçü teşkilatın da sembolü oldu.
Yayınladığımız ilk dergiler, Siyah Sancak ve daha sonra Kara Sancak
adıyla hazırladığımız fanzinlerdi… Teşkilatımızın ismi de o yıllarda Kara
Sancak’tı.
Başkalarıyla karıştırılmamak, başka birileriyle kendimizi
ayırmak için sembole ihtiyacımız vardı; çünkü o yıllarda sık sık sokak
faaliyetleri yapıyorduk…
Bursa kumaş pazarından 3 metre bez, devlet hastanesinin eski röntgen
filmlerinden de boya kalıpları yapıldı. Her Türkçü’nün gözünün nuru Göktürk
devletinin uydurma bayrağını baz aldık. Atsız’ın Bozkurtlar’ını okumuş,
Kürşad’ı en büyük kahraman tanıyan gençler için başka türlüsü de düşünülemezdi.
Siyah bezlere, beyaz boyayla, röntgen filmlerinden kesilmiş kurt başı ekledik.
Kapalı çarşıdan gümüş renkli sırmalar alıp etrafına diktik. Pankart sopalarına
da takınca, artık bizim de görkemli ve bize özgü bir sancağımız olmuştu…
Teşkilatın adı Kara Sancak, sembolü Kara Sancak, dergisi
Kara Sancak olunca, aynı adla bir de marşı olmalıydı; onu da ben yazdım:
Dalgalan hey Kara Sancak dalgalan,
Salındığın yerde rüzgâr dinmesin.
Türk’ün karargâhı olacak gölgen,
Uyar uyumasın, uyar sinmesin!
Kökünden kırılsın hainin eli,
Hesaba çekilsin her kapı kulu,
Hala yaşıyorken bir kahpe dölü,
Gönderin, ölene kadar inmesin!
Hem devlet hem ordu hem bu topraklar,
Babamın malıdır; benim tüm haklar,
Yırtılacak bütün beyaz bayraklar,
İsterse saldıran geri dönmesin!
Tahtını başına geçir tahtlının,
Ahı tutsun artık, öce ahtlının,
Kara Sancağısın, kara bahtlının,
Atlıyı atından indir, binmesin!
Deli Tayma, bitmez bu çağda tezat,
Türk’ün öz yurdu da değilken azat,
Bu düzen Tepegöz, bu sancak Basat,
Yansın kahpe acun, yansın sönmesin! (22/01/2005)
***
Bugün önüne gelenin, aklına esenin, hoşuna gidenin
kullandığı Kara Sancak; bizim, genç Türkçülerin, herkesten bağımsız, her şeye
karşı, her zincirden azat hareketimizin sembolüydü. O gün, ellerimizle
diktiğimiz sancaklar, yıllarca kutsal emanetler gibi saklandı. Liseli gençler
için izinsiz çıkardığımız ve fotokopiyle çoğaltılan dergiler, yerini yasal
boyunduruklu yasal yayınlara bıraktı. Türkçüleri arkasına almak isteyen uyduruk
siyasi partiler, açık hava toplantılarında siyah sancak kullanmayı adet haline getirdi.
Düne kadar aynı fotoğraf karesinde görülene bir sorumluluk yükleyen, kanun
güçleri önünde şüpheli duruma düşüren Kara Sancak, artık alışveriş sitelerinin
ticaret malzemesi…
Bundan da kötüsü, teşkilatının sembollerinde, logolarında,
rozetlerinde siyah kurt başı kullanan, toplantılarında Kara Sancak sallayan, bu
sembolün altında kitleleşen ve Türkçülükten bihaber yığınların türemiş olması…
Her şeyin bol bulunanı ucuzlaşıyor…
Her kaliteli şeyin bayağısı, sahtesi, kalitesizi üretiliyor.
Bir gün, gölgesinde toplandığı sancağın manasını merak eden
olursa diye, tarihe not düştüm.
Sancağımıza saygıyla selamlar…
31/05/2024
Yorumlar
Yorum Gönder