Milliyetçilik

BİZİM MİLLİYETÇİLİĞİMİZ |

Toplumu ilgilendiren her fikir, içinde filizlendiği toplumun değerlerine ve ihtiyaçlarına göre şekillenir. Her toplum, kendi ihtiyaçlarına en uygun çözümleri ancak kendi imkânlarıyla üretebilir. Başka toplumların, kendi ihtiyaçları ya da mecburiyetleri için ürettikleri ya da üretmeye çalıştıkları çözümleri, taklit yoluyla tatbik etmeye çalışan toplumlar kurtuluşa değil, kötü günlerini mumla aradığı zamanlara doğru sürüklenir.
Haşere zehriyle yaban domuzu öldürülmez. Bitki ilacıyla insan tedavi edilmez. Yabancının kendisi için ürettiği fikir ya da idare biçimiyle Türk milleti kalkınamaz.
Özenti fikir sahiplerinin, ithal zihniyetlilerin, ithamları da özenti oluyor.
Yabancı milletlerin komünist partizanlarına özenerek yaşayan bazıları, karşılarında olan herkesi nazici -faşizan olarak hayal ediyor. Ufak hayal dünyalarının içinde kaybolduklarından, kendilerini proleter askeri, kendilerinden olmayan herkesi de faşist sanıyorlar.
Alman Nazilerinin öldürdüğü Yahudilerin hesabını Japon ırkçısından sormaya çalışan komünist Rus, aynı Japon’a İspanyol komünistlerinin katlettiği insanların hesabını vermeye elbette ki yanaşmayacaktır.
Belki komünistlik, hümanistlik, kapitalistlik gibi milliyetsiz fikirlerin adamları birbirinden sorumludur fakat farklı ırkların ırkçıları bir ortaklık değil temelden farklılık arz eder. Her ırkın ırkçısı, komünizme düşman olduğu gibi, diğer ırkların ırkçılarına da düşmandır; oysa hangi milletten olursa olsun bir komünist, hümanist ya da kapitalist, kardeştir.
Her milletin değerleri, ihtiyaçları, çözümleri farklı olduğu gibi milliyetçileri de farklıdır. Her milletin milliyetçisi, kendi milletinin değer yargılarına göre düşünür; övünme ve yerinme konularını bu değerlere göre belirler.
Bir Yahudi milliyetçisi için kafatasçılık söz konusu bile değilken aynı şekilde bir Alman milliyetçisi için milli din diye bir şey söz konusu değildir.
Bir Japon milliyetçisi için ‘ahlâk’ bir değer yargısıyken, İngiliz milliyetçilerinin konusu dahi olmamıştır.
Bizim milliyetçiliğimiz,  başka milletlere karşı kin ve nefrete değil kendi milletimize karşı sevgi ve muhabbete dayanır. Temeli, Türk olmayanlara düşmanlık değil, Türk olana dostluk üzerine kuruludur. Kendimizden olana yakınlık duymamız, muhabbet beslememiz, hukukunu gözetmemiz bir etkiye, düşmanlığa, hatta eğitime bile ihtiyaç duymayan bir ruh halidir.
Yeryüzünde gelmiş geçmiş bütün fikir hareketleri, çıkış noktası itibariyle, birkaç çeşit ortaklık arz eder. Genelde etkiye tepki olarak ortaya bir fikir çeşidi çıkabilir. Bazı zamanlarda duygusal, bazı zamanlarda ideolojik temellere dayanır bütün fikirler.
Bunların içinde yalnızca ve sadece milliyetçilik fikri içgüdüseldir. Kendinden olana yakınlık hissi, hiçbir etkiye, hiçbir duyguya, hiçbir sistemli eğitime muhtaç değildir.
Bir belediye otobüsüne binen kadın, tercihen diğer bir kadının yanına oturur. Bir ilköğretim okulunun en kalabalık bir sınıfında, eğer seçme hakkı tanınırsa herkes en yakın arkadaşının yanına oturmak isteyecektir. Yaşlı insanlar, gençlerin toplandığı ve vakit geçirdiği mekânlarda rahat edemezler; yaşıtlarının arasında bulunmayı tercih ederler. Hiçbir prenses, gerçek hayatta bir at uşağına âşık olmaz. Olduğundan bahseden hikâyelere ‘masal’ denir.

İşte milliyetçilik bu nedenlerle ‘içgüdüseldir’ diyoruz. Kimse, belediye otobüsüne binen kadına, diğer bir kadının yanına oturmayı tercih etmesi için uzun yıllar ideolojik eğitim vermemiştir. Yaşlı insanlar, gençlere karşı öfke ve nefret duyduğu için mi onların kalabalık bulunduğu yerlerden uzak durur? Prenseslerin, at uşaklarıyla prenslere ilk bakışı, his itibariyle aynı mıdır? İnsan, doğası gereği kendisine yakın hissettikleriyle birlikteyken rahat olabilir. Ortak özelliği kiminle çoksa onun yakınında bulunmak ister. Yakın hissettiği kişi, diğerlerinden daha değerli ya da daha önemlidir.
Bu durum, yakınlık duymadıklarına, yakın olmadıklarına düşman olmasını, kin gütmesini gerektirmez!
Kadının, yanına oturmadığı erkek, düşmanı değildir. Bir çocuk, aynı sırada oturmak istediği arkadaşı hariç bütün sınıf arkadaşlarına ‘kin güdüyor’ denemez.
Bizim milliyetçiliğimiz; başka milletlere karşı saldırganlığa değil, bizden olanı savunmaya değer verir. Bu savunma, sevdiği ya da değerli olan bir şeyi kıskanma şeklindedir.
Savunma, bir mücadele şekli değildir. Savunmayla zafer kazanılmaz; başkalarının zaferi –belki- ertelenmiş olur.
En basit hayvanların bile, yavruları tehlikedeyken kendilerinden geçmeleri tamamen ‘içgüdü’ dür. Aynı hayvanlar, tehdit karşısında susarak beklemeyi, bir savunma saymaz. Bizim, esaret altında zulüm gören soydaşlarımız konusunda zalime karşı tavrımıza, saldırganlık değil ‘nefsi müdafaa’ denir ve bir ideoloji değil, yaratılış meselesidir.
Bizim milliyetçiliğimiz; ömrün bir bölümüyle ilgili değildir. Bir gençlik heyecanı olarak, çocuk tez canlılığı olarak, yaşlıların ömür muhasebesi olarak açıklanamaz.
Bizim milliyetçiliğimiz, duygusal bir tepki de olamaz.
Bir şehit haberi karşısında, şehit olana ağlarken, edene kin kusmak bir duygu meselesidir. Bir anda canı yanan insanın tepkisidir. Ateşe dokunan ve parmağı yanan insan bir anda ve çok hızlı tepki verir. Parmağının acısı geçene kadar tepkisi de azalarak devam eder. Duygusal tepkilerin de belli bir ivmesi vardır; fakat canı yanan, parmağını yakan şeye sonsuza kadar tehdit olarak bakmaya devam eder. Bunun adına da ‘içgüdü’ denir!
Biz, yakınlık derecesi olarak, milletimizden olanı olmayanla ayırdığımız için kendimize milliyetçi diyoruz. Yakınımıza zarar veren, bahsi geçen haliyle ‘şehit edene’ sonsuza kadar tehdit olarak bakmamıza hiçbir acayiplik yakıştırılamaz. Bir Alman Nazi’sinin yatalak bir Yahudi’ye düşmanlığıyla, bir Türk Milliyetçisinin dağdaki teröriste karşı kini bir tutulamaz, ölçülemez, yakıştırılamaz.
Bizim milliyetçiliğimiz, bir coğrafya milliyetçiliği değildir. Biz, yakınlıklarımızı siyasi sınırlara, coğrafya özelliklerine, kilometre cinsinden mesafelere göre belirlemiyoruz. Altmışlı yıllarda Almanya’ya çalışmak için giden bir adamın, memlekette kalmış annesi, her ne olursa olsun Almanya’da edindiği arkadaşından daha çok yakınıdır. O Alman arkadaşıyla yirmi yılını beraber geçirse ve o yirmi yıl boyunca annesini görmese dahi bu kural değişmez. O gurbetçi, bir gün dinini değiştirse, Almanya vatandaşlığına geçip oranın kimliğini taşısa, hayatının tamamında Almanca konuşsa dahi, annesi bütün Almanlardan daha yakını olmaya devam edecektir; çünkü aradaki yakınlık ilişkisini kendisi değil, ilahi kurallar belirler.
Uzak uzak ülkelerde, aramızda siyasi sınırlar, dağlar, denizler, dinler, diller gibi engeller bulunan soydaşlarımız, soydaşlık hukukuna göre yakınımızdır. Onların bize, bizim onlara, karşılıklı yakınlık hissetmemiz, tamamen bu adı geçen hukuku düzenleyenin, herkesi yaratırken düzenlediği içgüdüdür.
Bizim milliyetçiliğimiz, uydurma ya da devşirme fikirlerle, iftiralarla, ahlaksız ve kuralsız saldırılarla yok edilebilecek bir milliyetçilik değildir. Türk, var olmaya devam ettikçe, doğarken taşıdığı hisler, bütün sinsi fikirlere cevap vermeye yetecek kadar milliyetçidir. Kimse bizden, haklı nedenlerle soydaşlarımızı yok saymamızı bekleyemez. Bu hali, faşistlik ya da gerilikle açıklayamaz. Beyinlerin yıkanması ya da yanlış ideoloji yakıştırmalarıyla izah edemez.
Oturduğunuz evin bitişiğindeki evde, kız kardeşiniz eşiyle yaşıyor farz edin. Artık, eniştenizin soyadını taşıyor, onun evinde onun kurallarına göre yaşıyor. Aranızda sınır, yalnızca bir duvar; fakat duvarın ötesi başka bir ailenin hanesi… Siz evinizde huzur içinde otururken, o duvarın arkasından kız kardeşinizin imdat çığlıklarını, feryatlarını duysanız, o hanenin mahremiyetine saygı mı duyacaksınız? Kocasının eziyet ettiğini bildiğiniz halde, aradaki duvarın kutsallığı kalır mı? Artık başka bir soyadı taşıyor olması ya da başka bir ailenin ferdi olması, kız kardeşiniz olduğu gerçeğini ortadan kaldırır mı?
Geçelim!
Biz, hiçbir ülkeyi mazlum milletlerin kanlarına basarak fethetmedik. Savaşın adını koyan biz değiliz fakat onun bile kuralını, ahlâkını düzenleyen biziz. Bir tek çocuğunu kaybeden kocaman bir aile bile bulana kadar huzuru tatmıyorsa, bizim yüz milyon-yüz milyon parçalanmış ailemize yanmamız hangi haklı nedenle hor görülebilir? Yağmalanmış evlerimizi, söndürülmüş ocaklarımızı, zulüm gören yakınlarımızı hangi vicdan yok sayabilir? Yavrularının yiyeceğini, başkalarının talan etmesine hayvanlar bile razı olmaz.
Yağmacı ve hırsız hayvanların ormanında, kendi yavrumuzu doyurmaya çalıştığımız için adımızı yırtıcıya çıkaranlar, leşçillerden başkaları değildir!
Türk milliyetçiliği, ahlâklı ve haklı bir milliyetçiliktir!
Bizim milliyetçiliğimiz, Emir Timur’la Yıldırım Beyazıt’ı kardeş ilan eden davadır. Sultan Selim’le Şah İsmail hayatları boyunca düşman olmuş olabilir; fakat bizim milliyetçiliğimiz ikisini de rahmetle anar, kardeş sayar. Kültegin’in, baş eğmeyen Oğuzları mızraklayışı taşlara kazılıdır; fakat hiçbir Oğuz, Kültegin’in hatırasına toz kondurmaz.
Bizim milliyetçiliğimiz, şahısçı değil şahsiyetçi bir milliyetçiliktir. Başka fikirlerin adamları, Leninci, Marksçı, Maocu olur; fakat karşılarında Atatürkçü, Atsızcı, Gökalpçi bulamazlar. Onların davaları şahsi, bizimkiler ilahidir. Bizim yolbaşçılarımız adlarını değil davalarını yüceltmiş, resimlerini değil kavgalarını miras bırakmıştır.
Kimi adamların anıldığı yer vatanı kadar, kimininki mezarı kadardır.
Bizim milliyetçiliğimiz, -en kısa şekliyle- bir zümre, bir parti, bir ülke, bir lider, bir dönem, bir siyaset, bir iskelet milliyetçiliği değil; bir milletin, en değerli bir milletin milliyetçiliğidir.
Türkçülük, Türk milliyetçiliğidir!
2011- Kömen 1. Sayı

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ATATÜRK NE YAPMAMIŞTIR?

IRKÇI MISIN? - 4

ZENCİ