Hepiniz Neyseniz Biz Tam Tersiyiz
Ermeniler, Anadolu’ya 1022 yılında, topraklarını fetheden
Bizans imparatoru tarafından sürüldü. 24 yıl sonra da hanedan ailelerinin
tamamı Bizans İmparatoru tarafından katledildi. Biz Anadolu’ya geldiğimizde,
ilahiler okuyarak, sevinç gösterileri yaparak ‘hoş geldiniz’
demelerinin nedeni budur.
Bu yalakalıkları ve dalkavuklukları nedeniyle, 1054’te Selçuklulardan özerlik
aldılar.
Karakterde ihanet bulununca, arkadan vurmayı meslek haline getirmişler. 1098 yılında, vatanımıza saldıran haçlı ordularının saflarına geçtiler. Türk’ün ‘iyilikten kemlik gördüğü’ durumlar listesine adlarını yazdırmış oldular.
Kemlik göreceği hainlere iyilik yapmak da Türk’ün milli karakteri olmuş maalesef. Fatih Sultan, İstanbul’u aldığı zaman Bursa’daki bir Ermeni papazını getirip, İstanbul’da piskopos yaptı. 1790 ve 1823 yıllarında kurulan Ermeni okullarını himayesine alan Ermeni piskoposluğu bu şekilde kurulmuş oldu.
Tarihimize ‘93 Harbi’ adıyla geçen Türk-Rus Savaşı’nda kaybeden biz olduk. 1977-78 yıllarında verdiğimiz büyük savaşın sonunda, aynı derece büyük bir yenilgi yaşadık. Eline koz geçtiği için sarhoşluktan başı dönen Moskof, koparabildiği ne varsa koparmak için haddini sonuna kadar zorladı. Savaşın sonunda yapılan Ayastefanos Antlaşması’nın bir maddesine göre ülkemizde yaşayan Ermeniler için reformlar yapmayı kabul ettik.
Bu anlaşmadan sonra İstanbul’daki Ermeni patriği, yani bizim patriklik verdiğimiz, adam sınıfına soktuğumuz Ermeni patriği İngiltere’nin dışişlerine mektuplar göndererek Türklerle yaşamak istemediklerini, destek beklediklerini bildirdi. Bu hadiselerin olduğu yıl Ayastefanos ’un ardından Berlin Konferansı geldi .1000 yıldır yalakalıkla topraklarımızda yaşamış ve millet olmayı taklit yöntemiyle öğrenmiş Ermeni’yi himaye etmek işinde Ruslar yetersiz görülmüş olacak ki; bu defa 6 devletin himaye kararı alındı. Tabii ki başta İngilizler…
Karakterde ihanet bulununca, arkadan vurmayı meslek haline getirmişler. 1098 yılında, vatanımıza saldıran haçlı ordularının saflarına geçtiler. Türk’ün ‘iyilikten kemlik gördüğü’ durumlar listesine adlarını yazdırmış oldular.
Kemlik göreceği hainlere iyilik yapmak da Türk’ün milli karakteri olmuş maalesef. Fatih Sultan, İstanbul’u aldığı zaman Bursa’daki bir Ermeni papazını getirip, İstanbul’da piskopos yaptı. 1790 ve 1823 yıllarında kurulan Ermeni okullarını himayesine alan Ermeni piskoposluğu bu şekilde kurulmuş oldu.
Tarihimize ‘93 Harbi’ adıyla geçen Türk-Rus Savaşı’nda kaybeden biz olduk. 1977-78 yıllarında verdiğimiz büyük savaşın sonunda, aynı derece büyük bir yenilgi yaşadık. Eline koz geçtiği için sarhoşluktan başı dönen Moskof, koparabildiği ne varsa koparmak için haddini sonuna kadar zorladı. Savaşın sonunda yapılan Ayastefanos Antlaşması’nın bir maddesine göre ülkemizde yaşayan Ermeniler için reformlar yapmayı kabul ettik.
Bu anlaşmadan sonra İstanbul’daki Ermeni patriği, yani bizim patriklik verdiğimiz, adam sınıfına soktuğumuz Ermeni patriği İngiltere’nin dışişlerine mektuplar göndererek Türklerle yaşamak istemediklerini, destek beklediklerini bildirdi. Bu hadiselerin olduğu yıl Ayastefanos ’un ardından Berlin Konferansı geldi .1000 yıldır yalakalıkla topraklarımızda yaşamış ve millet olmayı taklit yöntemiyle öğrenmiş Ermeni’yi himaye etmek işinde Ruslar yetersiz görülmüş olacak ki; bu defa 6 devletin himaye kararı alındı. Tabii ki başta İngilizler…
1890’da Taşnaksutyun
Partisi’ni kurdular. Adının parti olduğuna bakmamak lazım; ilk iş olarak
Osmanlı Devleti’nde makam sahibi Ermenileri öldürerek işe başladılar. Aynı anda
İstanbul’da meydan eylemleri ve Anadolu’da bölgesel isyanlara başladılar. 5 yıl
içinde Sason, Merzifon, Kayseri, Yozgat ve Kahramanmaraş isyanlarını
çıkardılar. 6. yılda İstanbul ve Van’da isyan çıkarıp bir de Osmanlı Bankası’na
saldırdılar. Uzatmayalım; bu partinin kuruluşunun 15. yılında padişaha suikast
düzenlemeye teşebbüs edecek noktaya ulaşmışlardı.
Bunları yaparken, bir yandan da Ermenice kitaplar, sözlükler
ve gazeteler çıkarmalarına göz yumuluyordu. Haklarını yememek lazım, dünyada
ilkleri başaran milletlerden bir tanesi de bu Ermenilerdir. Osmanlı Bankası’nı
basıp, 150 kişiyi rehin almış olmaları, dünya tarihinin ilk siyasi terör
eylemidir.
Bir yandan Ermeniler şehir şehir, köy köy dolaşarak katliam
yapadursun, Osmanlı Devleti de 1908 yılında Taşnaksutyun Partisi’nin meclise
girmesine ve hatta özerk bir Ermenistan teklifi sunmasına göz yumdu. Başı
okşandıkça şımaran Ermeni, azgınlıkta, taşkınlıkta, katillikte gidebildiği son
noktaya kadar gitti. Selçukluların verdiği özerkliğe, Haçlı ordularının safına
geçerek teşekkür eden Ermeniler, milli karakterlerine yakışan bir şekilde, bu
defa Osmanlı meclisine girmelerine bir teşekkür mahiyetinde ve 1914 yılında
devletimize saldıran Rusların safına geçtiler. Ermeniler cephe gerisinde
katliamlar yaparken, devletimizin bu durumla ilgili bulduğu çözüm de ilginç
oldu: ‘Rus birlikleri yerine Türk birliklerine katılırsanız, özerklik
veririz’ demişiz. Ermeni için ziyan olan zamanımıza yenilerini
eklememek adına burada keselim. Gerisini biliyorsunuz; bıçağın kemiği kırdığı
noktada tehcir kararı alınmış ve kısmen de başarılı olmuştur. Geç kalınmış bir
sürgün, tarihten ders almayanların uzattığı bir Ermeni meselesi, Türk’ün öz
vatanında huzur bulamadığının bir örneği…
Bu tekerlemeleri defaatle yazmanın bir faydasını –yüz değil-
bin yıldır göremedik. Başka türlü anlatmak lazım…
Yüzyıl kadar önce, defalarca arkamızdan vurmuş olan bir
etnik sığıntıyı, kardeşimiz olarak kabul etmeye çalışıyorduk. Türk köylüsü
tarlada, sipahisi cephede yaşam mücadelesi verirken, bu bahsi geçen etnik
sığıntıya Selçuklu hanedanımız özerklik, Osmanlı hanedanımız imtiyazlar
veriyordu. Türk’ün kanı pahasına kazanılan vatanın, en güzel köşelerinde, en
rahat şekilde bu etnik sığıntılar yaşıyordu. Türk insanı, devletin vermesi
gereken eğitim ve öğretimden mahrum bırakılırken, bu etnik sığıntıya özel okul
açma hakkı tanınıyor ve devlet tarafından da destekleniyordu. Milli matbaamız
yokken, bu etnik sığıntılardan bir tanesine kendi dilinde matbaa açma ve yayın
yapma hakkı tanınmıştı. Yetmemiş, kendi dillerinde gazeteler, yayınlar da
yapmalarına göz yumulmuş, devletin başkenti de bunların karargâhı haline
gelmişti. Yani; bizim devletimizin başkentinde, güvenliğimizi sağlamaktan
sorumlu olanların gözünün dibinde bu etnik sığıntılar karargâh kuruyor,
besledikleri yamyamlar, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde, başkente lâyık Türk
insanını katlediyordu.
Bir varmış, bir yokmuş devletimiz, düşmanlarla savaşa
girince cepheye koşan yine Türk olmuş ama savaşın sonunda imtiyaz kazanan yine
bu etnik sığıntılar olmuş.
Rusya, İngiltere, Fransa vs. ülkeler, hangi kümeye dahil
edersen et, bu işgalci sürüsü, bu etnik azınlığın meselelerini ölüm kalım
meselesi haline getirmiş. Bir yandan silah vermiş, bir yandan akıl vermiş, bir
yandan da saldıracakları noktaları işaret etmiş. Terörist besleyen işgal
kuvveti gibi değil; çok bilmiş-çok görmüş devletler gibi, bir yandan da
devletimize akıllar vermişler: ‘Şunu şöyle yap, buna böyle de, şu konuda
şöyle düşün, şu etnik sığıntıyı da besle büyüt…’ Zinhar adamıma da
dokunmayasın…
Bir süre sonra –çok kısa bir süre sonra- bu akıl aldığımız devletler, model kabul ederek benzemeye çalışırken kendimizi maymuna çevirdiğimiz milletler, ordularını, gemilerini, asker dedikleri piç sürüsünü alıp sınırımıza, boğazımıza dayamışlar.
Bir de ne görelim!
Bu himaye ettiğimiz, beslediğimiz, özerklik verdiğimiz, piskoposunu bile bulup başına koyduğumuz etnik sığıntı da o düşmanın tarafına geçivermiş…
Yine bir azınlıktan bahsetmek, değerli zamanımızı ziyan etti. Okuyucu, bu kadarıyla da yetinecektir. Anlaşılmayacak bir şey yok. Etnik sığıntı aynı, karakteri aynı, düşman aynı, model alınan milletler aynı, katliam yapanın kendine parti demesi aynı, imtiyaz aynı, palavralar aynı palavralar…
Bizim cephede gaflet aynı, hıyanet aynı, garabet aynı, kardeşlik vs. masal aynı …
Bir süre sonra –çok kısa bir süre sonra- bu akıl aldığımız devletler, model kabul ederek benzemeye çalışırken kendimizi maymuna çevirdiğimiz milletler, ordularını, gemilerini, asker dedikleri piç sürüsünü alıp sınırımıza, boğazımıza dayamışlar.
Bir de ne görelim!
Bu himaye ettiğimiz, beslediğimiz, özerklik verdiğimiz, piskoposunu bile bulup başına koyduğumuz etnik sığıntı da o düşmanın tarafına geçivermiş…
Yine bir azınlıktan bahsetmek, değerli zamanımızı ziyan etti. Okuyucu, bu kadarıyla da yetinecektir. Anlaşılmayacak bir şey yok. Etnik sığıntı aynı, karakteri aynı, düşman aynı, model alınan milletler aynı, katliam yapanın kendine parti demesi aynı, imtiyaz aynı, palavralar aynı palavralar…
Bizim cephede gaflet aynı, hıyanet aynı, garabet aynı, kardeşlik vs. masal aynı …
28 Nisan 2015
Yorumlar
Yorum Gönder