İktidar



– Ne diyor bilge Atsız?
Türkçülüğün iktidara geçmek için mutlaka parti kurması lüzumu yoktur. Türkçülük beyinlere ve gönüllere şuurla yerleştikten sonra bu, partisiz de olabilir.
Biraz beyni ve yeterli miktarda Türkçesi olan herkesin anlayacağı kadar açık ve özellikle de ‘onaylanma’ kaygısı gütmeyecek şekilde yazılmış bu iki cümleyi; anlamamakta, görmemekte, geri zekâlı gibi davranmakta ısrar edenler için bir kere daha anlatmaya çalışalım.
Türkçüler, iktidara geçmek için yola çıkmaz. Hiçbir Türkçü, hiç kimseye iktidar vaadiyle başlayan ya da biten cümleler kurarak değerli zamanını ziyan etmez. Dolayısıyla, Türkçülüğü bir dava olarak benimsemiş ve yaşam şekli haline getirmiş hiçbir kimse, giriştiği uğraşın neticesinde iktidar olacağı umuduyla hareket etmez. Türkçüyü harekete geçiren, çilelere karşı teselli eden, bileyleyen, keskinleştiren, azmini körükleyen itici kuvvet, iktidar merakı, makam hırsı, başarı umudu, menfaat kaygısı değildir!
Türkçü, şahsi menfaatini, milli menfaate kurban etmiş şerefli kimsedir. Türkçünün hırsı, öfkesi, azmi, emeği, kendi şahsi menfaatinin değil, başka bir şahsın menfaatinin de değil, belli bir zümrenin menfaatinin de değil; doğrudan doğruya millet menfaatinin hizmetindedir.
Türkçü, kendi nefsini millet nefsinde eritmiş, kendi benliğini millet benliğine adamış, bir damla olan kişisel varlığını, Türklük adlı okyanusa atmış olan kimsedir.
Kendisini millet varlığının üstüne, milletin bulunduğu noktanın bir kademe yükseğine, milletin bulunduğu seviyenin yukarısına lâyık gören; kendisi şahsını milletin manevi şahsından daha zeki, daha kaliteli, daha değerli kabul edenler, bu yanılgıları nedeniyle, milletin çilesine, sorununa, kaderine değil, idaresine lâyık olduklarını da farz edeceklerdir. Davasını iktidar olmaya bağlayanların, umudunu koltukla birleştirenlerin bozuk, karaktersiz, haysiyet kaygısı taşımayan yanılgısı, sapıklaşmış psikolojisi bundan ibarettir. Davasını güttükleri millete küsen insanların, bu bozuk psikolojiden kaynaklanan ‘millete küsme’ tavırlarının tek açıklaması budur.
Türkçü, millete vakfettiği şeyler karşılığında -partizanın aksine- bir karşılık beklemez. Anlaşılmadığı durumlarda, milleti suçlamaz. Karşısına çıkan engellerden, sıkıntılardan, problemlerden milletin manevi şahsını sorumlu tutmaz. ‘Milletin, Türkçünün sevgisine lâyık olmadığı’ gibi yamuk analizlere tenezzül etmez. Suçu hakeme, zemine, hava şartlarına atan tembel futbolcu gibi mazeretlerin arkasına sığınmaz.
Dünyanın en ileri, en gelişmiş, en kalkınmış, en zengin noktasına gelmiş bir Türk milleti düşünün. Huzur ve asayiş ortamında yaşayan, müreffeh bir vatanın vatandaşı olan, sınırlarının dışı ve içi güvenlik altında bulunan, böyle bir vatanın vatandaşları olan Türklerin, Türkçülere ihtiyacı olmaz. Öyle bir dünyada, öyle bir Türk yurdunda Türkçülük yapmak, boş konuşmaktan, gevezelik yapmaktan başka bir şey değildir. Türkçüler ve Türkçülük, milletimizin içinde bulunduğu yokluk, kıtlık, anarşi, işgal, huzursuzluk ortamında gereklidir. Türkçülerin varlık sebebi, Türk milletinin içinde bulunduğu ihtiyaç durumudur. Hasta olmayan bir bünye, ilaca ihtiyaç duymaz. Hasta olmayan bir kimseye ilaç vermek, verilen şey ilaçsa bile zararlıdır. Türk milletinin bünyesine, mikroplar hücum etmiş durumdadır ve Türkçüler bu mikroplarla mücadele edecek ilaçtır. Hastanın ilacı reddettiği, tadına dudak büktüğü, kokusundan rahatsız olduğu durumlar olabilir. Türkçünün anlaşılmadığı ya da yanlış anlaşıldığı durum, tam olarak budur. İlaç, ilaçlık vazifesini terk edemez. Bu bir tercih meselesi değildir. Doktor, hastasının hastalığını tespit ettiği için, o hastalığa uygun ilacı bulduğu için, hastayı tedavi ettiği, hastalıkla mücadele ettiği için alkış bekleyemez. Omuzlarda taşınmayı umamaz. İlaç, amacına uygun çalıştığı için, yapıldığı amaca hizmet ettiği için baş üstünde tutulmayı hak etmez. Doktor sıfatını taşıyandan beklenen ne olacaktı? İlaç, varlık sebebi olan şeye hizmet etmek dışında ne yapacaktı? Türkçünün durumu da budur!
Türkçü olduğu için, Türkçü olmayı tercih ettiği için, Türkçülüğü yaşam şekli haline getirdiği için ‘her önüne gelenin’ adına destan mı yakılacak? Boynuna çiçekler takılıp, altına iktidar koltuğu mu verilecek? Türkçülüğün neresinde böyle bir vaad var?
***
Atsız Beğ’in en özet biçimde, fakat geri zekâlı olanların idrakini aşan biçimde ifade ettiği üzere, iktidara geçmek partisiz de olabilen bir şeydir.
– İyi de nasıl?
– Anlamamakta, görmemekte, görse de geri zekâlı gibi davranmakta ısrar edenler için Türkçe yazmış, fakat fayda etmiyor.
Beyinlere ve gönüllere şuurla yerleştikten sonra…
Daha da açık yazılır:
Beyni yetmeyen, gönlü olmayan, şuuru kaldırmayan kimseleri ilgilendiren bir durum yok!
Kendisi yerine başkalarının düşünmesini, çalışmasını, akıl etmesini, emek harcamasını uygun gören, keyfi böyle isteyen kimseleri ilgilendiren bir konu değil…
Kendi seviyesini millet seviyesinden yukarıda gören, karşılıksız çalışmayı iğrenç nefsi kaldırmayan, milletin manevi şahsını, uğrunda fedakârlık edilecek kutsal bir varlık olarak görmeyen, ‘al gülüm, ver gülüm’ zihniyetini, Yahudi’den bozma karakteriyle huy edinmiş kimselerin anlayışına göre bir mesele değil!
***
Türkçülerin hedefi iktidar değil, toplum vicdanıdır. Toplum vicdanının tezahürü, seçim sonuçları değildir. Cebinde vatandaşlık belgesi taşıyan her insanoğlu, Türkçünün millet tanımının dahilinde değildir. Türklüğe soy bağıyla, huy bağıyla, kültür bağıyla bağlı olmayan herkesin onayı, Türkçünün nezdinde eşit değildir. Aynı kıymete tekabül etmez. Bir Türk’ün bir damla yaşı, insanlık aleminin geri kalanının mutluluğundan daha kıymetlidir.
Türkçü, geçici iktidarlar uğrunda ömrünü ziyan edecek kadar düşük zekâlı olamaz. Türkçü, yetişmesi ve yetiştirilmesi zor olan, en ölümcül hastalıkların, bulunması en zor ilacıdır. Kendisini, ömrünü, varlığını beyhude yollarda ziyan etmek gibi bir sorumsuzluk yapamaz! Yeteneklerini, artılarını, millete katabileceklerini ölçmek, doğru analiz etmek, emeğini, zamanını, ömrünü, mesaisini doğru şekilde kullanmak, her Türkçünün en büyük sorumluluğudur. Geçici avuntular uğrunda, millet menfaati yerine şahıs ya da zümre menfaati gibi konular için kendisini ziyan etmek, Türkçünün kendi zekâsına hakaret etmesidir.
Kanserli bir hastaya morfin vermek, bazılarına göre milliyetçilik olabilir. Bazı ağrıları dindirmek, bazı acıları geçirmek, bazı mikropları öldürmek, bazılarına göre milliyetçilik olabilir. Bazı doktor geçinenler, bazı hastalarını, bir gün daha yaşatmak için çok çalışabilir ve bir gün fazla yaşattığı için kendisiyle gurur da duyabilir.
Türkçüden beklenen bu değildir.
Türkçünün vazifesi bu değildir.
Türkçülerin yapmaya çalıştığı şey, uğrunda kendilerini parçaladıkları amaç, ulaşmak için yola çıktıkları menzil, hedef, ülkü, kızıl elma bu değil.
Türkçü, kanser ilacıdır. İnsanlık aleminin arar gibi yaptığı, doktorların bulmaya çalışıyor gibi göründüğü, hastaların umutla beklediği, beklerken milyonlarca insanın öldüğü kanser ilacı…
İnsanlık, yokluğunu çekerken, ‘buradayım’ diye bağıran ilaç...
Bu ilacın bulunmasının, hastaya ulaşmasının, kanseri tedavi etmesinin önündeki engel nedir?
İlaç ‘buradayım’ diye bağırıyor, hastalar acılar içinde bulunmasını bekliyor…
Fakat!
Morfin satan, acıları geçici olarak dindiren, ölüm döşeğindekinden faydalanmaya çalışan ilaç simsarı, gereksizliğinin, namussuzluğunun, hilesinin, gerçek yüzünün ortaya çıkmaması için elinden geleni yapıyor.
Hasta olan ve ilaç bekleyen Türklük, geçici avuntulardan menfaat sağlayan ilaç simsarı siyasetçi, ilacın kendisi de Türkçülüktür.
Türkçüler, Türklük bünyesini mikroptan temizlediği gibi, yakasını da bu asalaklardan, menfaat simsarlarından kurtaracaktır.
27 Haziran 2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ATATÜRK NE YAPMAMIŞTIR?

IRKÇI MISIN? - 4

ZENCİ