NE İSTİYORUZ ?



Toplumlar geçmişte yukarıdan aşağıya doğru değiştirilirdi. Devletlerin, milletlerin, ulusların, aşiretlerin, dinlerin, ülkelerin başında bulunan, hüküm makamını işgal eden ya da bir şekilde bu makamları ele geçiren kimseler, her zaman ‘daha iyi’ olacağı vaadiyle ve genel olarak ‘zor kullanarak’ idare ettikleri topluluğun ya da toplumun mevcut halinde kusur kabul ettikleri bir ‘şeyi’ değiştirme yoluna gitmişler.
Toplumların değişimi, dönüşümü ve ‘çok nadir olarak’ da gelişimi bu şekilde olmuştur. Yukarıdan, yani idare makamını işgal eden tek bir kişi ya da dar bir zümreden gelen, ‘zora’ dayanan bu değiştirme işlerinin genel hedefi, idare edilen kalabalık kitlenin gelenek, örf-adet, inanç, düşünce öğeleridir. Toplumların bu türlü değerleri, aynı zamanda o toplumların kendilerini belli eden, tanımlayan, birçok bakımdan seviyesini gösteren değerlerdir; ki bu zora dayalı değiştirme işlerinin neticesinde ‘yükselmiş’ toplum örnekleri çok azdır.
Türkçülük, sayısız siyasi hareket, siyasi parti, tarikat, cemaat, cemiyet, örgüt vs. eliyle parça parça edilmiş ülkemizde, mücadele sahasına atıldığı günden beri, sürekli bunlardan biri ‘gibi’ olması beklenen, umulan, arzu edilen bir hareket olmuştur. Türklük ve dolayısıyla Türkçülük düşmanlarının, namertler kalabalığının, kendilerini tanımlama biçimleri hep bu türlü şekillerde olduğu için, bu namertler kalabalığı -doğal olarak- karşılarında kendileri gibi dar kafalılar, beyinsizler, şuursuzlar ordusu istemektedir.
Parti kelimesi, en basit anlamıyla parçacık demektir. Kendisini toplumun kalanından -bir şekilde- ayırmaya çalışan daha küçük bir zümrenin sıfatı budur.
Tarikat ya da cemaat kelimesi, toplumun genel inancının içinde kendisini -bir şekilde- ayırmaya çalışan daha küçük bir zümrenin kullandığı sıfattır.
Toplumların dışına çıkmadan, toplumlara dışarıdan müdahale ediyormuş gibi görünmeden, bir cephenin içine sızmanın en kolay, en alışılmış, en bilinen yöntemleri bunlardır. Bütün bir toplumun içinde, küçük küçük parçalar oluşturup, bu parçayı toplumun kalanından ayırmanın ve bunu yaparken de -sözüm ona- suyu bulandırmamanın en basit adları partidir, cemaattir, tarikattır, örgüttür…
Toplumun mevcut değerleriyle bir sorunu olmayan, kendisini o toplumun doğal bir parçası olarak gören kimselerin, bu türlü sıfatlara, ayrımlara, dar kimliklere neden ihtiyacı olsun?
Günümüz Türkiye’si, bu türlü isimler altında ‘ordulaşan”’ zümrelerin at meydanı olmuş, Türk'e düşman etnik azınlıkların, misyoner örgütlerin, yabancı devlet ajanlarının bu sıfatların arkasına saklanarak ‘iyi çocuk’ rolü oynadığı bir ülke haline gelmiştir.
Etnik sıkıntılı, soy gocuntulu bir topluluk mu var? Parti kurmuştur…
İnancı farklı, ibadeti acayip bir zümre mi var? Tarikat olmuştur…
Memleketin huzurundan rahatsız olan bir köpek sürüsü mü var? Örgüt adı altında toplanmıştır…
Bütün bunlar, yalanı, riyayı, takıyyeyi, üçkâğıt yapmayı birbirlerinden öğrenir, aynı palavraları sıkar, aynı jargonla konuşur.
Demokrasi, özgürlük, fikir hürriyeti, inanç serbestliği, gelişmiş ülkelerdeki uygulamalar falan falan… Hep bunların bilindik tekerlemeleridir.
Sayısız yönden, binlerce açıdan kaynaşmış, inançta, kaderde, kederde, sevinçte, mazide, dilde, huyda, adette, gelenekte on binlerce yılın eseri olan bir millete, 80 çeşit siyasi partinin, yüzlerce çeşit tarikatın, milyonla örgütün servis edilmesi, sunulması, pazarlanması başka şekilde izah edilemez. Bu millete bu kadar parçacığın, bu kadar ayrımın, bu kadar farklılığın sunulmuş, dayatılmış, pazarlanmış olmasının asla tesadüfle izahı yapılamaz. Bu bölünmüşlüğün, bu param parça manzaranın ne demokrasiyle ne fikir hürriyetiyle ilgisi yoktur. Bu durum, kasıtla, düşmanlıkla, planlı saldırıyla ilgilidir ve o saldırı -ne yazık ki- başarılı olmuştur.
Mehmet Akif, ‘Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez; Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez’ demiş.
Maalesef, bunu en iyi o milletin düşmanları anlamış…
İşte bu ortamı hazırlayan, bu düzenden memnun olan, bu şartlarda mutlu olan Türk ve Türkçülük düşmanları, Türkçülerden de aynı tavrı bekliyor. Suyu bulandırmayan, göze batmayan, gelenin hatrı için geçmişe söven, çoktan seçmeli bir ‘zümre’ hareketi olmamız bekleniyor. Olmayacağız!
Memleketin mevcut yasaları, memleketin mevcut durumundan sorumludur. Mevcut yasaların müsaade ettiği, uygun gördüğü, o yasaları yazanların onayına mazhar olmuş söylemler, eylemler, çalışmalar yapmamız isteniyor. Yapmayacağız!
Türkçülüğün de diğer parçacıklar, zümreler, dar kalabalıklar gibi asıl sorunun müsebbiplerinden olması isteniyor. Müsaade etmeyeceğiz!
Bazı siyasi partilerin, üç kuruş maaşla piyasaya sürdüğü ve kendilerine meftun, kadrolarına mensup, emirlerine amade -sözde- Türkçü yapılar kurma hevesleri hep bu nedenlerledir. Bazı inanç bezirgânlarının, hatta bazı inançsızlık tüccarlarının, aynı yöntemlerle, yağlı kemik peşinde köpek olmuş soytarıları aramıza ve hatta üstümüze sürüyor olması, yine aynı nedenledir.
Biz ne yaptığımızı biliyoruz. Bu nedenle, düşmanlarımızın ne yaptığını görebilecek şuura malikiz.
Biz, yabancı müdahalelerle kurulmuş, düşmanlarımızın ekmeğine yağ süren parçacıkların fink attığı, parça parça bir toplum istemiyoruz. Tunçtan bir heykel gibi yekpare, sapa sağlam, mermerden dağlar gibi güçlü bir toplum istiyoruz.
Toplumun bir kesitinin iltifatıyla yetinen, bir kısmının takdiriyle avunan, bir parçasının menfaatlerini savunan, acayip bir davanın adamları olmadığımız için, milletin tamamında aynı şuur, aynı dayanışma, aynı birlik olsun istiyoruz.
Biz, kendimizi toplumun kendisi olarak görüyor; bu nedenle de iktidar, muhalefet, sağ, sol, parti, tarikat, cemaat gibi sıfatları, toplumun kalanından ayrılmış konumları, kendimize yakıştırmıyoruz.
Biz, bugün hileli dediği seçimlere 4 sene sonra milleti davet eden, bugün kara dediğine yarın ak diyen, menfaat icabı konuşan ya da menfaat gereği susan, doğru bildiğini söylemekten, yanlış dediğine mesafe koymaktan aciz bir zümre hareketi değiliz.
Biz, milli menfaatin yerine zümre, parti, tarikat, cemaat ya da -kendimiz için bile- şahıs menfaati koymayı reddeden bir davanın yükselmesini istiyoruz.
Biz, 4 senelik bir iktidar koltuğu için binlerce vatan evladını gözden çıkaran liderler değil; bir tek Mustafa Kemal doğuracak analar istiyoruz.
Memleketimizde bulunan onlarca siyasi partinin hiçbiri, seçim propagandası olarak İslam düşmanlığı yapamaz. İslam düşmanı olduğu açıkça bilinenler bile, seçim dönemlerinde bu toplumdan o fikirlerle oy isteyemez.
İslam nasıl ki bu toplumun genelini ilgilendiren bir değerse, nasıl ki alkolikten, hırsıza, dindardan, yobaza kadar, her kesimden insanın dinine küfredilemiyorsa, Türklüğüne de küfür ettirmeyen bir toplum istiyoruz.
Nasıl ki bu toplumun hiçbir zümresi, partisi, derneği, örgütü, milletin imanına hakaret edemiyorsa, bayrağına da hakaret edemesin istiyoruz.
Türklerin, seçim zamanlarında değil, kadın günlerinde, veli toplantılarında, dost meclislerinde, fabrikada, sokakta, kahvede, okulda, nöbette, memuriyette, her yerde Türklüğüne, vatanına, bayrağına, kutsal değerlerinden biri olan milliyetine sahip çıktığı bir toplum istiyoruz.
Biz, sesimizin yetişmediği, hükmümüzün geçmediği iktidar, makam, mevkii sahiplerinin Türklüğe düşman kimselerden çıkmasını istemediğimiz gibi, komşularımızın, arkadaşlarımızın, hocalarımızın, öğrencilerimizin de aynı hassasiyeti taşıyan kimseler olması için çalışıyoruz.
Özetle:
4 senelik iktidar koltuklarını kimlerin işgal edeceğini düşünmek bir uğraştır; fakat milletimizin kaderini düşünmek, geleceğini umursamak, derdiyle dertlenmek davadır. Türkçülükten anladığımız, mücadelesini verdiğimiz budur.
Biz, Türkçü iktidardan önce, o iktidarı sonsuza kadar sahiplenecek, yaşatacak, koruyacak toplum istiyoruz.
Biz, millete tepeden hükmedecek bir Türkçü iktidar değil, her türlü iktidara hükmedecek bir Türkçü toplum istiyoruz.
Biz, Türkçü başbakandan önce, Türkçü anneler, Türkçü öğretmenler, Türkçü memurlar, Türkçü işçiler istiyoruz.
Biz, sadece mecliste değil, kadın günlerinde, okulda, otobüste, yolda, çarşıda, fabrikada, hemşeri derneğinde de Türklüğe hakaret ettirmeyen, Türk düşmanına göz açtırmayan bir toplum istiyoruz.
Kısacası biz, hiçbir zümrenin meclisteki iktidarı için değil, Türklüğün Türk yurdundaki değişmeyecek iktidarı için çalışıyoruz.
Biz, işte tam da bu nedenlerle ‘tükürdüğünü yalamayı meslek haline getirmiş’ siyasi dansözleri değil;
* ‘Irkçı Türkçülük siyasi bir fırka olmadığı için ırkçı Türkçülerin gündelik siyasetle ilişiği yoktur. Bizim ülkümüz, davalarımız asırlıktır, millidir’ diyen Atsız’ın,
* ‘Türkçülük, siyasî bir fırka değildir. İlmî, felsefî, bediî bir mekteptir; başka bir tabirle, harsî bir mücahede ve teceddüt yoludur. Bu sebepledir ki, Türkçülük, şimdiye kadar bir fırka şeklinde siyasî mücadele meydanına atılmadı; bundan sonra da şüphesiz atılmayacaktır.’ diyen Gök Alp’ın davasını kendimize yakıştırıyoruz.
Türkçüyüz diyoruz!
5 Mart 2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ATATÜRK NE YAPMAMIŞTIR?

IRKÇI MISIN? - 4

ZENCİ