Yasacılık
YASACILIK DAVAMIZ
|
Bizim lehçemizde, Kafkasya Türklerinin genelinde kullanılan
bir kelime var; biz bir hareketin iyi şeklini, doğru halini, olması gereken
biçimini ‘töreli’ kelimesiyle ifade
ederiz. Büyüklerimizin nasihatleri, terbiye edenimizin uyarıları hep bu
kelimeyle başlar. Töreli otur, töreli giyin, töreli oku, töreli ye, töreli iç…
vs.
Bir nesnenin, hareketin iyi-kötü, güzel-çirkin,
yakışıklı-yakışıksız halleri her kişiye göre olduğu gibi her topluma göre de
farklılıklar arz eder; -yeni moda tabirle – ‘görecelidir’. Bizim toplumumuzda,
lehçemizde, terbiyemizde ise bir hareketin iyi-kötü hükmü, o hareketin töreli
olup olmadığına bakarak belirlenir. İyi, güzel, hoş, makbul kelimelerinin
karşılığı ‘töreli’ kelimesi olduğu
gibi, töreli kelimesinin ifade ettiği şey de iyi, güzel, hoşa gidendir.
Töre, Ziya Gökalp’ın yaptığı tanıma göre ‘Türklere
atalarından kalan kaidelerin toplamıdır’. Türk’ün töresini belirleyen
ataların tamamını bilmek mümkün değildir elbette fakat onlardan birinin Bilge
Kağan olduğunu Orhun yazıtlarından öğreniyoruz. Anıtlarda geçtiği şekline
baktığımızda, töre kelimesinin ifade ettiği anlamı daha açık anlamak mümkün:
‘İli tutup töreyi düzenlemiş’ kısmında olduğu gibi ‘ilini ve töreni kim bozabilir’ kısmında da töre, il kelimesiyle aynı anda kullanılıyor. Bu şekilde bakıldığında il, yani şimdiki ifadesiyle devletin, yanına töre eklendiğinde bir anlam ifade ettiği, devletin töreli halinin tam anlamıyla devlet manasına geldiği düşünülebilir. Bu açıdan töre, devletin bir tamamlayıcısı, bir uzvudur; fakat Kaşgarlı Mahmut, Divanü Lügâti’t Türk’ün 167. sayfasında töre kelimesini açıklarken, devlet-töre ilişkisine dair -yukarıdaki düşünceyi çürütecek- bir atasözü veriyor:
‘El bırakılır, töre bırakılmaz!’
‘İli tutup töreyi düzenlemiş’ kısmında olduğu gibi ‘ilini ve töreni kim bozabilir’ kısmında da töre, il kelimesiyle aynı anda kullanılıyor. Bu şekilde bakıldığında il, yani şimdiki ifadesiyle devletin, yanına töre eklendiğinde bir anlam ifade ettiği, devletin töreli halinin tam anlamıyla devlet manasına geldiği düşünülebilir. Bu açıdan töre, devletin bir tamamlayıcısı, bir uzvudur; fakat Kaşgarlı Mahmut, Divanü Lügâti’t Türk’ün 167. sayfasında töre kelimesini açıklarken, devlet-töre ilişkisine dair -yukarıdaki düşünceyi çürütecek- bir atasözü veriyor:
‘El bırakılır, töre bırakılmaz!’
Töre, devletin belirleyici unsurudur. Bir yurdun Türk yurdu
olduğunu belirlemek için Türklerle meskûn olması yeterli değildir. Yasasının da
Türk yasası olması gerekir. Bir yurtta devletten bahsetmek için, üzerinde
yaşayan toplumun hukukunun belirlenmiş olması, yurttaşlar arası ilişkiler ve
ihtilaflarda hakem olması için bir yasasının bulunması icap eder. Bu cümleden
olmak üzere Türk, kelime anlamıyla da terim anlamıyla da Türk yurdunda Türk
yasasıyla yönetilen millet demektir.
Kelime anlamıyla dedik; zira ilk olarak Ziya Gökalp’ın
ortaya attığı fakat Türkiyatçılar tarafından desteklenmemiş bir fikre göre Türk
kelimesi, Töreli kelimesinin farklı
bir söyleniş biçimidir. Türkiyatçıların aksine, tamamen hemfikir olduğumuz bu
görüş, Türk’ün ‘türeyen’ anlamına
geldiği tezinden daha mantıklıdır. Türk demek türeyen anlamına gelseydi, bu
bizim kendimizi diğer milletlerden ayırmak için kullanacağımız bir sıfat
olamazdı; zira Hintlilere ve Çinlilere komşu bir milletin, kendisini ‘türeyen’
kelimesiyle tanımlaması, bize göre çocukça bir iddiadır.
Bizim dilimizde, sol elini kullanana ‘solak’ denir. Biz,
Soğd milletinden olanları Soğdlu değil Soğdak olarak anarız. Korkulu olan değil
‘korkak’ deriz. Aksayan ayaklı Timur değil ‘Aksak’ Timur deriz. Dilimizde
kelimenin sonuna eklenen ‘k’ harfi, sıfat yapmak için yeterlidir. İşte bu örneklerde
olduğu gibi, Türk kelimesi ‘türeyen’ değil, ‘türesi olan’ anlamına gelir ve bu daha mantıklı bir tezdir.
Töre, yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere,
Türk’ün hem devlet olarak hem millet olarak hem yurt olarak, diğerlerinden
kendisini ayırma işareti, kendisini tanımlama aracıdır. Milli kıyafetler, milli
bayraklar, milli dil gibi töre de milletin varlığına delalet eden bütün
işaretlerin toplamıdır. Türk’ü diğer milletlerden ayıran bütün özellikler
töreye dairdir ve töre, Türk’ü diğer milletlerden ayırmaya yaradığı gibi, kendi
içinde bir arada tutmanın da sistemli şeklidir. Törenin yazılı ve yazılı
olmayan halleri bulunur. Bu demektir ki hukukî töreden başka, dinî ve ahlâkî
töreler de vardır.
Töre, Türklere atalarından kalan bütün kaideler olduğuna
göre ve atalar ‘il bırakılsa da töre bırakılmaz’ diye vasiyet ettiğine göre,
rahatça söylenebilir ki töre, devletten ve yurttan daha önemlidir.
Millet hareketli bir varlıktır ve özellikle Türkler,
dünyanın her yerinde tarih yapraklarının en parlak sayfalarını işgal eder.
Yurdundan edildiği, doğal nedenlerle yurt değiştirdiği ya da bir yurtta yok
olduğu sanılıp tekrar ortaya çıktığı zamanlarda, bütün dar vakitlerde olduğu
gibi rehber edineceği, kılavuz kabul edeceği yegâne varlığı töredir. Milleti bir
arada tutan ve sınırlarını belirleyen şey coğrafya ya da siyasi sınırlar değil
ortak köklerdir.
– Pekiyi; Türk demek,
töreli demek olduğuna göre ve bizim milletimiz bütün yüksek sıfatları bu
kelimeyle ifade ettiğine göre Türk töresiyle idare edilen ve Türk töresinin
hakimiyetini kabul eden herkese Türk denir mi?
– Kesinlikle hayır! Türk olabilmek için, Türk yasalarına
tabi olmak değil, o yasaları belirleyen ataların mirasçısı olmak gerekir. Töre,
milletin tecrübelerinden, tarihinden ve değerlerinden yola çıkılarak, ders
alınarak belirlenir. Yasalar, milletin ihtiyaçları baz alınarak oluşur. Töre,
Türklerin atalarının belirlediği ve kendi soylarına bıraktıkları bir mirastır.
– Bir insanın, o
yasalara göre yaşaması, başka milletin ferdi olduğu halde Türk töresine tabi
olması onu Türk yapmaz mı?
– Kesinlikle hayır! Bir ağacın ne olduğunu belirleyen şey
tohumudur. Milleti millet yapan şey aynı tohumdan vücuda gelmesidir. Elma
ekilen toprakta elma ağaçları yeşerir. Elma tohumundan yalnızca elma ağacı
çıkar ve kökleri de elma kökleridir.
– Pekalâ; yüzyıllar
hatta binyıllar içinde yeni tecrübeler yaşayan, yeni yurtlar, yeni devletler
edinen ve yeni değerler benimseyen bir millet, yeni bir millet değil midir?
Değerlerinde değişiklik olması onu farklı bir millet haline getirmez mi?
– Kesinlikle hayır! Kökleriyle bağları kopmamış bir millet
ne olursa olsun farklı bir millet olmaz. Elma ağacında sadece elma meyvesi
yetişir. Mevsimlere, doğal şartlara, yetiştiği coğrafyanın iklimine göre
meyvenin şekli değişebilir. Elmanın küçük ya da büyük olması, sulu-susuz
olması, yeşil ya da kırmızı olması bir şey ifade etmez. Elma elmadır! Bir
milletin farklı bir millet olması için kökleriyle bağlarının tamamen kesilmesi
gerekir. Mevsim ya da şartlar ne olursa olsun, kökleri ve tohumu elma olan bir
ağacın, meyvesi de elma olacaktır. Bir milleti köklerinden ya da tohumundan
farklı bir hale getirmenin tek yolu o köklerle bağlarını kesmektir; fakat ne
kutsal bir vergidir ki kökleri kesilen her ağaç ölür. Millet de böyledir.
Değiştirmek için kökleriyle bağı kesildiğinde geriye değişik bir millet değil
bir ceset kalır!
İşte Türkçülerin yasacılık
davasının temel nedeni budur!
Yasacılık, diğer bir deyimle törecilik davamız, milli varlığımızı devam ettirme davasıdır. Var olan bütün nesneler, canlı-cansız ne olursa olsun değişime direnir. Ortada hiçbir etki unsuru yokken, hiçbir şey hâl değiştirmez. Maddenin kanunudur; katıdan sıvıya, sıvıdan gaz hale geçmesi için etki, daha doğrusu zorlama gerekir. Suyun sıvı haline su denir. Hiçbir anormal şart ve etki olmadan doğada bulunduğu hali budur. Katı haline buz, gaz haline buhar denir. Her ne şart altında olursa olsun özü, ana yapısı, içeriği aynı olmaya devam eder.
Yasacılık, diğer bir deyimle törecilik davamız, milli varlığımızı devam ettirme davasıdır. Var olan bütün nesneler, canlı-cansız ne olursa olsun değişime direnir. Ortada hiçbir etki unsuru yokken, hiçbir şey hâl değiştirmez. Maddenin kanunudur; katıdan sıvıya, sıvıdan gaz hale geçmesi için etki, daha doğrusu zorlama gerekir. Suyun sıvı haline su denir. Hiçbir anormal şart ve etki olmadan doğada bulunduğu hali budur. Katı haline buz, gaz haline buhar denir. Her ne şart altında olursa olsun özü, ana yapısı, içeriği aynı olmaya devam eder.
Biz, binyılların getirdiği şartlarda, coğrafya, iklim,
komşular bakımından sayısız değişikliğe ve zorlamaya maruz kalmış bir milletiz.
Özümüzün aynı kaldığına inancımız tamdır; fakat şekil bakımından bu zorlamalar
nedeniyle değişik hallerimiz ortaya çıkmış durumdadır. Biz Türkçüler, Türk’ün
en güzel halinin, -tıpkı her nesnede olduğu gibi- doğal hali olduğuna
inanıyoruz.
Dünyada hiçbir nesne, zorlamaya ve zorla değiştirilmeye Türk
kadar direnç göstermiş olamaz. Kangren olmuş hastaların uzuvlarını feda etmesi
bile Türk’ün fedakârlıklarıyla ölçülemeyecek şeylerdir. Bu fedakârlıklar karşılığında
devlet olmuş ve yeryüzünde hiçbir milletin bir devlet karşılığında yapamayacağı
fedakârlığı gönüllü olarak yapmış milletin, öz yurdunda özü gibi yaşaması en
doğal hakkıdır.
Biz, Türk yurdunda Türk hâkimiyeti istiyoruz. Yabancı
milletlerin, kendi değerlerine ve ihtiyaçlarına göre düzenlediği yasalara
ihtiyacımız yok. Kendi ihtiyaçlarımıza cevap veren ve varlığımızı devam
ettirmenin yegâne yolu olan kendi yasalarımızla hukukumuzu belirlemek
istiyoruz.
Türkiye’de dinî ihtiyaçlar ve değerler, resmi yasalarla
belirlenmiş ve kayıt altına alınarak korunmuştur. Dinî bayramlar resmî olarak
tatil ilan edilmiştir. Dinî ihtiyaçlara cevap vermek için kurumlar
oluşturulmuş, devletin kaynaklarının bir kısmı dinî ihtiyaçların karşılanması
için ayrılmıştır.
Milli değerler düşünülerek yapılmış bir yasa, maalesef
Türkiye’de yoktur! Amerika’da idam edilen Yahudi sendikacılar anısına ‘miladi’
1 Mayıs tarihi işçi bayramı ilan edilmiş, İbrahim’e meleklerin kurban getirmesi
anısına ‘hicri’ 10 Zilhicce Kurban Bayramı ilan edilmiş; fakat çağ açıp çağ
kapamak gibi bütün dünyanın kaderine etki etmiş, dolayısıyla bunlardan daha
mühim olan, Atilla’nın ya da Fatih’in zaferleri hiçbir anlam ifade etmemiştir.
‘Türkiye’de yaşayan Türklerin talepleridir’ denebilir.
Alparslan’ın Malazgirt zaferi Türkiye’de yaşayan Türkleri daha mı az ilgilendiriyor? İbrahim’e koyun gelmesinden ya da Amerika’da beş yahudinin idam edilmesinden, İstanbul’un fethi daha mı az önemli?
Alparslan’ın Malazgirt zaferi Türkiye’de yaşayan Türkleri daha mı az ilgilendiriyor? İbrahim’e koyun gelmesinden ya da Amerika’da beş yahudinin idam edilmesinden, İstanbul’un fethi daha mı az önemli?
‘Türkiye’de milli bayramlar var’ denebilir.
O bayramların tamamı, milli değil siyasi bayramlardır. Yalnızca cumhuriyet tarihine dair olmaları, milli değil siyasi oluşlarının en büyük delilidir. Milli varlığımız bin yıllarla hesap edilirken, milli bayramlarımız yüzyıllık bile değildir! Milli fedakârlıklarla kurulan milli devlet, bayramlarımız gibi eğitim-öğretim programımızı, aile kanunumuzu, toplumsal hukukumuzu da yüzyıllık bile olmayan değerlerle ve milli olmayan yasalarla düzenlemeye çalıştığı için, dün bütün dünyayı etkileyen milletimiz, bugün yüzyıllık mazisi bile olmayan düşman milletlerle baş etme direncinden yoksundur.
O bayramların tamamı, milli değil siyasi bayramlardır. Yalnızca cumhuriyet tarihine dair olmaları, milli değil siyasi oluşlarının en büyük delilidir. Milli varlığımız bin yıllarla hesap edilirken, milli bayramlarımız yüzyıllık bile değildir! Milli fedakârlıklarla kurulan milli devlet, bayramlarımız gibi eğitim-öğretim programımızı, aile kanunumuzu, toplumsal hukukumuzu da yüzyıllık bile olmayan değerlerle ve milli olmayan yasalarla düzenlemeye çalıştığı için, dün bütün dünyayı etkileyen milletimiz, bugün yüzyıllık mazisi bile olmayan düşman milletlerle baş etme direncinden yoksundur.
Yasacılık davamız,
milletimizin hak ettiği gibi ve köküyle barışık şekilde yönetilmesi davasıdır.
Yasacılık meselemizin adını koyan Hüseyin Nihal Atsız Beğ, Türk Milletine
Çağrı’sında bunu en keskin hatlarla ifade eder:
‘Yüksek bir millet haline gelmenin diğer bir özelliği olarak sağlam kanunlar koymak ve kanuna saygıyı inanç haline getirmek için her türlü tedbirin alınmasına, tercüme kanunlara değil de milli örften çıkarılan ve çağdaş hukuk prensiplerine dayanan yasalara taraftarız. Kanunlar devleti, milleti, milli kültürü, ahlakı, düzeni, aileyi, fertleri, şerefi ve hakları koruyacak kanunlar olmalı; adalet ölçüsü en kesin terazi ile sağlanmalıdır.’
‘Yüksek bir millet haline gelmenin diğer bir özelliği olarak sağlam kanunlar koymak ve kanuna saygıyı inanç haline getirmek için her türlü tedbirin alınmasına, tercüme kanunlara değil de milli örften çıkarılan ve çağdaş hukuk prensiplerine dayanan yasalara taraftarız. Kanunlar devleti, milleti, milli kültürü, ahlakı, düzeni, aileyi, fertleri, şerefi ve hakları koruyacak kanunlar olmalı; adalet ölçüsü en kesin terazi ile sağlanmalıdır.’
Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere çağrımız, yabancı kanun
tercümecilerine değil milletimize, dualarımız o milleti yaratanadır:
Tanrı Türk’ü Korusun!
Tanrı Türk’ü Korusun!
2011- Kömen 5. sayı
Yorumlar
Yorum Gönder