Türkçüler Dinleyin
Artık, saçıma düşen
kırların ve sağa sola sapmadan geçen yılların hatrına, kendime kıdemli Türkçü sıfatı takmayı uygun
görüyorum. Türkçülüğün hiyerarşisi içinde başkaca sıfatların uydurukluğu
yanında bu sıfat, gururla taşımaya en lâyık olanıdır. İşte bu sıfatın bana
verdiği yetkiye dayanarak, en ufak art niyet ya da doğrunun namusundan başka
kaygı taşımadan, ‘ortaya’ koyacağım lafı üstüne alınacakları uyarmak maksadıyla
yazıyorum.
Türkçülük –çok değil- on
yıl önce içinde bulunduğu yumurtanın kabuğunu paramparça ederek bu âleme bir
kere daha doğmuştur. Bugünün genç Türkçüleri tarafından anlaşılması ve kabul
edilmesi bir tarafa, hayal edilmesi bile mümkün olmayan fetret devrimiz, tozu
dumana katarak ve gümbürtüler arasında yerle bir olmuş; o lanetli yılların
çirkin hatıraları bile belleklerimizden def olup gitmiştir. Hatırlanmasında,
hatırlatılmasında, yâd edilmesinde hiçbir menfaat, hayır bulunmaz. O yıllar, o
yılları yaşayanların hatırlarında, mide bulandırıcı birer ‘ikaz mekanizması’,
dikkat edilmesi gereken mayınlı yollar olarak yer edip kalmıştır.
Evet!
Türkçülük işte o çirkin yıllarda, kabuğunu parçalayarak çıkmasını beklediğimiz, üstünde en büyük dinozorlardan daha büyük bir anaç mazinin kuluçkaya oturduğu, umutlarımızı, hayallerimizi, kutlu dileklerimizi yüklediğimiz bir yumurtaydı. Kuluçka süresi uzadıkça, içindekine yönelen tehditler arttıkça, kabuğunu kıracağı güne kadar verilen emekler de, ona yüklenen umutlar da, uğruna çekilen çileler de katlanarak arttı da arttı. Gün oldu, asra bedel…
Türkçülük işte o çirkin yıllarda, kabuğunu parçalayarak çıkmasını beklediğimiz, üstünde en büyük dinozorlardan daha büyük bir anaç mazinin kuluçkaya oturduğu, umutlarımızı, hayallerimizi, kutlu dileklerimizi yüklediğimiz bir yumurtaydı. Kuluçka süresi uzadıkça, içindekine yönelen tehditler arttıkça, kabuğunu kıracağı güne kadar verilen emekler de, ona yüklenen umutlar da, uğruna çekilen çileler de katlanarak arttı da arttı. Gün oldu, asra bedel…
Öyle anlar geldi ki,
insan olduğumuz gerçeğini unuttuk. Kabuk kırıldıktan sonra yumurtadan ejderha
çıkmasını umacak hale geldik. Çıkan şey artık ortada ve herkesin gözü önünde
olduğu için, üzerine kelime israf edecek değilim. ‘Olmuştur’ demek yerine ‘olmasın’
diyerek, kâğıdın müsaade ettiği ölçüde bazı konulara dikkat çekeceğim.
***
Türkçülük, yaşayan
Türkçülerin eseri olmaktan ziyade, bu taraftan çadırını toplamış Türkçülerin
eseridir. Bu vasfı, onun sigortalarından biridir. Kimseye babasından kalmış bir
miras olmadığı için üzerinde tasarruf ya da israf etme hakkı kimsede değildir.
Temeli ve esasları, kesip biçmek bir yana, tartışmaya bile kapalıdır. Zamane
palavracılarından, bahanelerin, şartların, ‘ama’
gibi kelimelerin arkasına saklanan ayak oyuncularının taarruzundan Türkçülüğü
koruyan şey, işte bu sigortasıdır. ‘Türkçülük değişmez bir fikirdir’
denilmiş ve bitmiştir. Dünyanın döndüğü yön bile değişse, dönüyor olduğu
gerçeği ortada olduğu sürece, bu kural da kural olarak kalacaktır.
İşi kolaylaştırmak,
olmazı olur kılmak, daha az yorularak mesafe almak, birtakım engellerden
kolayca atlamak isteyen, Türkçülüğün şeklini, kuralını değiştirmek, kaidesini
yerinden oynatmak yerine, kendini değiştirsin!
İnsanlarla iyi geçinmeyi
dava edinen, Türkçülüğü eğip bükmek sevdasına düşmek yerine hümanist olsun.
Daha anlaşılır olmak,
herkesin suyuna gitmek, köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek isteyen, Türkçü
teşkilatlar yerine Mevlevî dergâhlarında mesai harcasın.
Türkçülüğün barışmaz,
uzlaşmaz, ortada buluşmak bilmez bir dava oluşundan rahatsız olan, omurgasından
şikâyet eden, demokratik platformlarda boy göstersin.
Türkçülerin ilkeleri,
prensipleri, duruşları konusunda memnuniyetsizliği olan, Soros’un
beslemeleriyle yol yürüsün, Amerikan fonlarında saadet arasın.
Türkçülük, prensipleri
var olduğu sürece Türkçülüktür.
Onu İslam’la sentezleme hevesine düşenlerin bugün içinde bulunduğu durum, dosta düşmana ibret olması gereken bir durumdur. Demokrasiyle, liberalizmle, çok partili sistemle, globallikle, tombullukla sentezlenecek dava, Türkçülük olamaz, olmaz! Maddenin doğasına, fikrin tabiatına aykırıdır. Yükü kendine fazla gelenin, yükten şikâyet etmeye hakkı yoktur. Türkçülük yükünü kimse, kimsenin omzuna zorla yüklemez. Kimse, tehditle, cebirle bu yükü omuzlamış değildir. Türkçülüğün ağırlığı, kime fazla geliyorsa, onun omurgası Türkçü omurgası değildir. Suç yükte değil, onu sırtlayandadır.
Onu İslam’la sentezleme hevesine düşenlerin bugün içinde bulunduğu durum, dosta düşmana ibret olması gereken bir durumdur. Demokrasiyle, liberalizmle, çok partili sistemle, globallikle, tombullukla sentezlenecek dava, Türkçülük olamaz, olmaz! Maddenin doğasına, fikrin tabiatına aykırıdır. Yükü kendine fazla gelenin, yükten şikâyet etmeye hakkı yoktur. Türkçülük yükünü kimse, kimsenin omzuna zorla yüklemez. Kimse, tehditle, cebirle bu yükü omuzlamış değildir. Türkçülüğün ağırlığı, kime fazla geliyorsa, onun omurgası Türkçü omurgası değildir. Suç yükte değil, onu sırtlayandadır.
Türkçülük kimin sırtına
ağır geliyor, kimin bacağını titretiyor, kimin omurgasına eziyet oluyorsa,
gitsin omurgasına göre yük bulsun! Onu, o mübarek davayı, o kutsal ülküyü,
kendi çelimsiz, azimsiz, çapsız omurgasına uyarlamak için hafifletmeye
çalışandan, Türkçü değil, olsa olsa Türkçümtırak olur.
‘Türkçülük ağır geliyor’
diyerek, içinden –mesela- ırkçılığı atıp, çelimsiz, çapsız bacaklarıyla bir
süre gitmeyi uman kimse, o çelimsiz bacakları bir kere daha titreyince, bu defa
da Turancılığı atmak isteyecektir. Bacakları her titrediğinde, omzu her
çöktüğünde, beli her ağrıdığında ‘bir parçadan bir şey olmaz’ diyerek
hileye kaçan, hangi cehenneme ulaşacaksa, gittiği yerde yüküne baktığında
Türkçülük falan göremez. Görse görse, melez, kırık, sentezlenmiş, bozulmuş,
saçma sapan bir ucube görebilir. İnsanoğluna tavsiyem, sırtına bir yük almadan,
önce kendi bacaklarının çapına, sonra yükün ağırlığına baksın. Çekemeyeceği
yükün altına girip, suçu yüke atmasın.
***
Türkçülüğün ağırlığını,
onu omuzladıktan sonra fark edenler arasında –zaman zaman- diğerlerine oranla
kendini daha uyanık sananlar da türemektedir. Bunlar da akılları sıra kendi
yüklerini başkalarına taşıtmayı bir strateji, zekâ belirtisi sananlardır.
Onlara göre, ırkçılık ve Turancılıktan mürekkep olan Türkçülük davasının yükü,
başkalarının omzuna pay edilirse, menzile, hedefe daha kolay ulaşılacaktır.
Seçime giden vekil adayının içinde bulunduğu durumu, bu bakımdan istismar etmeyi düşünen çeşitler türemiştir. ‘Al gülüm, ver gülüm’ yapmayı, ‘sen benim sırtımı kaşı, ben de seninkini’ demeyi, Türkçülüğü hedefine ulaştıracak stratejilerden sayan midesizler, karakter fakirleri, tatlı su uyanıkları çıkmıştır. Bu türlü işler, en basit ifadeyle ‘midesizliktir’.
Seçime giden vekil adayının içinde bulunduğu durumu, bu bakımdan istismar etmeyi düşünen çeşitler türemiştir. ‘Al gülüm, ver gülüm’ yapmayı, ‘sen benim sırtımı kaşı, ben de seninkini’ demeyi, Türkçülüğü hedefine ulaştıracak stratejilerden sayan midesizler, karakter fakirleri, tatlı su uyanıkları çıkmıştır. Bu türlü işler, en basit ifadeyle ‘midesizliktir’.
Şu ya da bu davanın
adamına, şu ya da bu fikrin borazanına, şucunun bucunun düdüğünü çalana,
Türkçülük davasının yükünü pay edebileceğini düşünen insan gerizekâlı,
söyleyen insan yalancıdır. Solculuğu, sağcılığı, liberalliği, demokratlığı,
kapitalistliği, mezhepçiliği, hümanistliği, bölgeciliği ve sair her türlü ‘öteki’ fikri dava edinmiş bir kimse,
Türkçünün yükünü sırtlamak bir tarafa, yüzüne gülüyorsa bile içten pazarlık
yapıyor, fırsat kolluyor, menfaat umuyor demektir. Türkçüyle falanca başka bir
davanın adamının iş birliği; geçimlilik, iyi niyet, strateji, karşılıklı menfaat
falan değil, karakter sorunudur.
***
Türkçülük, başka herhangi
bir yüke, en babayiğit gövdede bile tolerans bırakmayacak kadar ağır ve
taşınması sırasında laubalilik kabul etmeyecek kadar ciddi bir yüktür. Bu yükü
sırtlamaya azmetmiş olanlar, o güne kadarki davalarını, alışkanlıklarını,
ciddiyetsizliklerini, kaygılarını, dertlerini, o günden itibaren kenara
bırakmaya mecburdur. Hem can kaygısı hem Turan sevdası aynı omza sığmaz. Hem
kişisel kazanç kaygısı hem milli menfaat davası bir sırta fazla gelir. Hem
Allah rızası hem millet kavgası gütmeye kimsenin nefesi yetmez. Bir koltuğa iki
karpuz sığmaz. Bir sırta iki dava olmaz!
Türkçüler, Türkçü olmadan
önce taşıdıkları davaları, Türkçülük dışında kalan kaygıları, Türkçü olduktan
sonra bizim davamıza bulaştırmaya yeltenmemelidir. Tertemiz şekilde miras
alınmış bir davanın, miras yiyenlerinde böyle bir hak yok.
‘Türkçü olmadan önce demokrattım.
Türkçü olayım ama demokrasiyi de savunayım’ diyen kimse, Türkçülüğü
kimseye taşımak derdinde değil, Türkçülere yaban dava bulaştırma kastındadır.
‘Türkçü olmadan önce falanca
partiye çalışıyordum. Türkçü olayım ama o partinin de düdüğünü çalayım’
diyen kimse, Türkçülüğün kimsesi değil, Türkçülere partizanlık mikrobu
bulaştırmaya çalışan bir hastadır.
‘Türkçü olmadan önce falanca
tarikatın müridiydim. Türkçü olayım ama o tarikatın tebliğini de sürdüreyim’
diyen kimse, Türkçü olmak değil, Türkçüleri tarikatçı yapmak derdinde olan
kimsedir.
Bunlar ve emsalleri,
ihtimal, olasılık, tahmin falan değil, basbayağı matematik gerçeklerdir.
Bunları düşünenin, teklif edenin, planlayanın kim olduğu, nasıl durduğu, neye
benzediği fark etmez.
Teklif buysa, sonuç odur!
Teklif buysa, sonuç odur!
***
Türkçü, teşkilat
işlerinde samimi olmak, samimi kalmak, samimi davranmak mecburiyetindedir. Teşkilatlı
olmak, teşkilata katılmak, teşkilatla çalışmak, her bir ferdin kendi
tercihidir. Nasıl ki Türkçü olmak keyfiyet meselesiyse, teşkilata katılmak da
keyfiyettir. Nasıl ki Türkçü olduktan sonra bu keyfiyet ortadan kalkıyor,
Türkçülüğün kurallarına uymak mecburiyet haline geliyorsa, teşkilata
katıldıktan sonra da keyfiyet ortadan kalkar ve mecburiyet hâsıl olur.
Derneklere, teşkilatlara
katılmış olan kimseler, teşkilatın işlerinde ‘elin oğlu’ gibi ciddiyetsizlik gösteremez. Koskoca zincirleri, bir
tane zayıf halkanın bozduğu gibi, en büyük teşkilatları da bir tane zayıf halka
ziyan edebilir. Bir karakter fakiri, namus yoksunu, irade âcizi şerefsiz
tarafından ziyan edilmiş dağ gibi emekler, dünya kadar çabalar, çelik gibi
sağlam teşkilatlar olmuştur. Türkçü, ya keyfi olarak katıldığı teşkilatın
işlerinde nöbet tutan asker ciddiyetiyle çalışacak, ya def olup giderek zincir
bozan zayıf halka durumuna düşmeyecektir.
Hatırla gönülle, ricayla minnetle, teklifle lütufla teşkilatçılık olmaz. Türkçülük, disiplinden müteşekkil bir meslek, ciddiyetten ibaret bir davadır. Onun mensuplarından beklenen teşkilat ciddiyeti de aynı şekildedir.
Hatırla gönülle, ricayla minnetle, teklifle lütufla teşkilatçılık olmaz. Türkçülük, disiplinden müteşekkil bir meslek, ciddiyetten ibaret bir davadır. Onun mensuplarından beklenen teşkilat ciddiyeti de aynı şekildedir.
***
Türkçülük, gevşeklik,
laubalilik, ciddiyetsizlik, çekememezlik, dedikodu, yalan, siyaset, ayak oyunu,
entrika gibi aşağılık Doğu Romalı
huylarını kabul etmez, reddeder, hor görür. Türkçü, bünyesinde bu mikropları
taşıyan adam olamaz. Teşkilat, Türkçü mücadelenin tek ve değişmez cephesidir.
Teşkilatlı çalışma, Türkçü mücadele için olmazsa olmaz, tek, biricik, yegâne
seçenektir.
Bir dağın başında,
Türklük için iyi dilekler beslemekle Türkçü mücadele ediyorum zannına kapılmak,
egoistlik değilse ukalâlıktır. Değil mi ki tek mücadele sahamız teşkilattır; o
halde her Türkçü bu teşkilatın selâmetinden ve başarısından sorumludur, yükümlüdür,
görevlidir. Teşkilat içinde ikilik çıkarmak, dedikodu yapmak, ara bozmak, laf
taşımak, yara kaşımak, iftira atmak, yalan söylemek, işten kaytarmak, görevi
savsaklamak, gevşeklik, kıvraklık, söz verip tutmamak, görevi yerine getirmemek
ve sair bütün ayıplar, teşkilatın manevi şahsına yapılmış saldırılardan
ibarettir.
Teklif edilen görevi
yerine getirmekten aciz olana düşen, ‘ben bu görevi yapmaktan acizim’
demektir. Bunu, görev tebliğ edildiği anda yapmak, kimseyi Türkçülükten
düşürmez ama aldığı görevi yapmadıktan sonra ‘ben o iş yapmaktan acizdim’
demek, kim olursa olsun adamın adamlık sıfatını bile üstünden alır!
Hele dedikodu, laf
taşımak, kulis yapmak, arkadan iş çevirmek hastalığı! İnsanlığın Bizans’tan
kalma hastalığıdır. En kokuşmuş yaralardan daha iğrenç, en mide bulandırıcı
cerahatlerden daha tiksindirici, en büyük şerefsizliklerden daha şerefsiz
hastalık budur.
Çünkü kardeşim!
Bu mikroba tutulmuş
mikroplu herifler, bu hareketlerini ‘iyi
niyet’ arkasına saklanarak yapar. Dedikodunun en temel bahanesi ‘iyi
niyetli’ olmaktır. Dedikoducuya göre yaptığı işin kastı, hep iyiyi istemek, hep
güzeli arzulamak, hep daha faydalı olmaktır.
Tecavüzü Allah rızası için yaptığını söylemek ne kadar saçmaysa, ne
derece şerefsizceyse, dedikoduyu da millet menfaati için yaptığını, teşkilatın
iyiliği için söylediğini, iyi niyetle uydurduğunu iddia etmek, o kadar çirkin,
ondan bile şerefsizcedir.
***
Türkçü, ‘insanlık hali’ denilen insanca
eksikliklerini gidermekle mükelleftir. İnsan olmaktan kaynaklanan acizliklerini,
eksikliklerini, aksayan taraflarını, kendi eliyle tamir etmek zorunda olan
insandır. Yükünü başkasının sırtına yıkan, sorumluluğunu başkasına atan,
sürekli mazeret uyduran, bahaneyi yaşam tarzı haline getiren adamdan Türkçü
olmaz; adam bile olmaz!
Türkçüler, kimseye
adamlık öğretmekle görevli değildir. Biz, kimseye ailesinden almadığı
terbiyeyi, çevresinde edinmediği ciddiyeti, bizzat kazanmadığı seviyeyi
vermekle görevli değiliz.
Bizim, boyumuzdan büyük işimiz, dağlar kadar yükümüz,
dünya kadar derdimiz var. Düşmanların düşmanlığıyla uğraşacak vaktimizi, dost
geçinenin acizliğiyle, eksikliğiyle, aksaklığıyla uğraşarak ziyan edemeyiz.
Kanımız hesap sorar.
Bahane uyduramayız!
Kanımız hesap sorar.
Bahane uyduramayız!
15 Mart 2017
Yorumlar
Yorum Gönder