NENE HATUN
1857 yılında, Erzurum’un Palandöken ilçesine
bağlı olan Çeperli Köyü’nde, Hüseyin ve Zeliha çiftinin bir kız çocukları oldu.
Nene adını koydukları bu kız çocuğu
17 yaşına geldiğinde, Mehmet adlı bir köylüsüyle evlendi. Mehmet ve Nene’nin 1
erkek ve 1 kız çocukları olmuştu ki 93
Harbi olarak anılan Osmanlı-Rus Savaşı patlak verdi.
Rumi takvime göre 1293 yılına denk gelen ve
miladi takvimle 1877-1878 yıllarında yaşanan bu savaşı, ‘Hasta Adam’ adını
taktıkları Osmanlı’dan toprak kopartmak kastıyla hücuma geçen Ruslar başlattı.
Plana göre; Kafkaslardan ve Balkanlardan aynı anda saldıracaklar, 2 (iki) ay
içinde İstanbul’u alarak Osmanlı’ya öldürücü darbeyi vuracaklardı. Öyle
sanıyorlardı…
Nisan 1877’de başlayan Rus saldırısında Batum ve Ardahan’ın düşmesi çok çabuk
oldu. Kars’ta 6 ay sürecek bir direnişle karşılaşan Rusların planları
istedikleri gibi gitmemişti ama dönmeye niyetleri de yoktu. Bir Osmanlı
alışkanlığı olarak ordular Erzurum’a çekildi ve orada savunma yapılmasına karar
verdiler. Odunun çekilmesiyle birlikte, geride kalan köylerin ahalisi de
orduyla birlikte çekiliyordu. Nene Hatun da ailesiyle birlikte köyünü terk
ederek Erzurum’un Eminkurbu mahallesine yerleşti.
Nene Hatun’un kocası ile kardeşi Hasan da Rus
işgaline direnen orduya katılmışlardı. Henüz üç aylık kızı ve küçük oğluyla bir
başına buraya yerleşen Nene Hatun’un çileli günleri yeni başlamıştı. Aziziye ve
Mecidiye Tabyalarında mevzilenen Türk askerleri, işgal güçlerine buralarda
karşı koyacaktı. Tabyalara çekilen askerler arasında, Nene Hatun’un ağabeyi
Hasan da bulunuyordu. Hasan, göğüs
göğüse çarpışmalardan aldığı süngü yaralarıyla, adeta damarlarında kan kalmamış
vaziyette Nene Hatun’un evine getirildi. Bir yandan küçük kızını emziren Nene,
bir yandan da ağabeyinin yaralarını tedavi etmekle ilgileniyordu. 1877 yılının
8 Kasım’ı 9 Kasım’a bağlayan gecesi, Nene Hatun’un ağabeyi orada şehit oldu.
Düşman da bu sırada boş durmuyordu. Ruslar,
bir kere daha sadık köpeklerini öne süreceklerdi. Daha önce şehit ettikleri
Türk askerlerinin üniformalarını, Ermeni çetecilere giydirdiler. Aziziye
Tabyası[1]’nın
o gece kullanacağı parolayı öğrenen bu Ermeniler, nöbetçi askerleri geçerek
tabyanın içinde toplandılar ve çoğu yaralı olarak yatan ve perişan vaziyette
dinlenmeye çalışan askerleri, tek tek katlettiler. Daha sonra da Rusların ağır
ateşi altıda kalan tabya, sabaha karşı düşman kuvvetleri tarafından ele
geçirildi. Sabah ezanına az bir vakit kalmıştı ki ağabeyinin şehadetine
ağlamakta olan Nene Hatun, sokaklarda avaz avaz bağrışmalar duydu. Minarelerden
ezan değil; ‘Rus askeri Aziziye’ye girdi’
sesleri yükseliyordu. Bu sesleri duyarak kahramanca sokağa fırlayan 2000
Erzurumludan biri de Nene Hatun’du. 3 aylık kızını kundakta bırakarak,
bulabildiği tek silahı olan satırını kaparak Aziziye kahramanlarına katıldı.
Aziziye Tabyası’na doğru hücum eden kahramanlardan 1000’e yakını o sabah şehit
oldu. Nene Hatun da omzundan yaralanmıştı ama bu kahramanlık ruhu 3000 düşman
askerinin de canına mal oldu. Canını kurtarabilenler geri kaçmak zorunda
kalmıştı. Balkanlardan saldıran Rus ordusu İstanbul’un Yeşilköy semtine kadar
ilerleyebilmişti. Nisan ayında
Kafkaslardan saldıran ve akılları sıra 2 ayda İstanbul’a ulaşmayı planlayan Rus
ordusunun ilerleyişiyse 9 Kasım 1877 sabahı, Aziziye kahramanlarının can
pahasına verdikleri mücadeleyle durduruldu.
20 yaşında, süt emen yavrusunu geride
bırakarak elinde satırla savaşa koşan Nene Hatun da dahil, Aziziye
kahramanlarının hiçbirine gazilik unvanı ya da bir karşılık verilmedi. Devletin
daha önemli dertleri vardı.
Nene Hatun, bir daha köyüne dönmedi. Ağabeyi
Hasan’dan sonra, eşi Mehmet’i de kaybetti ve 4 erkek, 2 kız çocuğuyla bir
başına kaldı. 1916 yılında Ruslar Erzurum’u işgal etti. İşgal yetmezmiş gibi
Ermeni çetelerinin kıyımları da milleti perişan etti. Kocasının ardından oğlu
Nazım’ı ve ondan sonra da Çanakkale Savaşı’nda 2 oğlunu kaybeden Nene Hatun’un
en büyük savaşı bunlar da değildi. Onun en büyük ve en uzun savaşı, açlıkla
imtihanı olacaktı.
Yıkıntıların altından yeni bir devlet
kurduğumuzda, neredeyse şehit vermemiş bir ocak bulunmuyordu. Yeni hükümet,
Kurtuluş Savaşı gazileri dışında kimseye maaş bağlamamıştı. Ağabeyi ve
çocukları şehit olmuş, kocasının da yokluğunda bir başına kalmış Nene Hatun’u
hatırlayacak kimse yoktu. Erzurum’un Eminkurbu mahalesi, Kına sokakta bulunan evinin kapı numarası
bile yoktu. 1934 yılında evinin 35 numara alması gibi, Nene Hatun da yeni çıkan
kanunla ‘Kırkgöz’ soyadını aldı.
1925 doğumlu Prof. Dr. Nejat Göyüncü,
çocukluğunun geçtiği Erzurum’a dair anılarını yazarken, Nene Hatun’un durumunu
anlatan şu cümleleri yazmış:
‘Erzurum’un
meşhur Nene Hatun adlı kahraman anasını ben küçüklüğümde Erzurum sokaklarında
kışlık tezek yapmak için sırtında teneke ile dolaşıp, hayvan pisliği
topladığını görmüştüm.’
Açlık ve sefalete terk edilmiş, unutulmuş bu
kahraman kadının hatırlanması için uzun ve çileli yıllar geçecekti… 1937
yılında, Cumhuriyet Gazetesi’nden bir muhabir, Palandöken’e gelerek Aziziye
Savunması’na dair şahitlerle görüştü ve duyduklarını yazdı. İşte bu milletin
Nene Hatun’dan haberi olması da ancak bu şekilde mümkün oldu. Haberi okuyan
Erzurum milletvekili Pertev Demirhan, CHP Genel Sekreterliği’ne bir yazıyla
müracaat ett:
‘…
Aziziye kahramanlığına iştirak edip halen hayatta bulunan biri erkek ikisi
kadın üç ihtiyarı polis vasıtasıyla getirttim ve kendileriyle konuşarak mümkün
olduğu kadar izah ettim. Bir de hatıra fotoğrafı çektirdim. Erzurum’da Taş
Mescit Mahallesinden Ahlatlı Ömer oğlu Yaşar 99 yaşında, Erzurum’da Taş Mescit
Mahallesi’nden Mehmet kızı Nene 80 yaşında, Erzurum’da Veyis Efendi
Mahallesinden Neme 82 yaşında. … Bu ihtiyarların üçü de fakir ve sefalet
içindedir. Yaşar 100 yaşına gelmiş olmasına rağmen hala hamallık ederek
geçinmektedir. Yaşar’dan Aziziye Vakasını bizzat dinledim. Kendisinde o zamanki
Rus kumandanlarından bizzat ihtimam ettiği bir kılıç bulunduğunu ve bununla
övündüğünü söyledi. Diğer iki kadın da sakat oğullarıyla bugün çok yokluk
içinde imişler. O kahramanlık vakasından bugüne kadar yaşayan bu üç canlı
yadigâra hayatlarının şu son senelerinde olsun sefaletten kurtulmak için
herhangi bir tertipten, kabilse birer parça maaş bağlanmasını yüksek partimizin
mürüvvetinden beklerim. Bu Türk milleti için adeta bir vicdan borcu sayılmalıdır.’
Türk milletinin vicdan borcu olduğu doğruydu
ama Pertev Demirhan’ın o yüksek partisinden öyle bir mürüvvet beklemek de
abesle iştigaldi. Bu dilekçeye olumlu cevap vermediler. Bu dilekçeden şunu da
anlıyoruz ki Nene Hatun, sakat oğluna da bakmaktadır.
Henüz aradan bir yıl geçmemişti ki başka bir
rezalet yaşandı. Doğu Gazetesi’nde Nene Hatun’a ve Aziziye kahramanlarına maaş
bağlandığına dair şöyle bir haber çıkmıştı:
‘Bir
Kadirşinaslık: Aziziye kahramanlarından bugüne kalan Yaşar Baba ile Nene ve
Name’ye Vali Haşim İşcan’ın alakasıyla aylık bağlanmış olduğunu, güzel bir
tesadüf eseri, bu satırları yazarken öğrendik. Yurtları uğrunda silaha sarılan
ve eski bir hamaset destanının canlı tarihleri olan bu insanların terfih
ettirilmesi hususunda Sayın Valimizin gösterdiği alakaya Doğu şükranla mukabele
eder.’
Erzurum valisi maaş bağlamış da Doğu gazetesi
de buna şükran duyuyormuş…
Reklam kokan bu haberin ardından, Aziziye kahramanları, ilk defa seslerini
yükseltti ve 6 Eylül 1938 tarihli şu dilekçeyi yazdılar:
‘Dileğimdir,
1293 Rus Harbinin, Aziziye Tabyasındaki Türk Kahramanlığının canlı birer
timsaliyiz. Bundan 61 sene evvel Rusları Aziziye Tabyasında kahkari bir
hezimete uğratan ve düşmanı vatanın harimi ismetinde boğan kahramanlar
kafilesine iltihakla o hamaset tarihine ismi geçenlerdeniz. Sayın Valimiz Bay
Haşim İşcan, benimle beraber yine bu günleri bilfiil yaşamış bulunan Bayan Name
ile Yaşar Baba’ya, her sene Aziziye Tabyası’nda yapmış olduğumuz canlı zafer
timsalinin fiili mükâfatı olmak üzere, bir miktar maaş bağlayabilmek imkânını
araştırarak bu husustaki isteğimizi derin bir ciddiyet ve yüksek bir alaka ile
dinlemişler ve bu maksatla, Türk’ün kendisine has meziyetlerinden en yükseğini
teşkil eden bir kadirşinaslık izharı arzusunda bulunmuşlarsa da, bütçe
mülahazasıyla tahsisatına imkan olmadığı parti idare heyeti toplantısında
anlaşılmıştır. 23 Kanunuevvel 1937 tarih ve 18 sayılı Doğu Gazetesi, Aziziye
Tabyası kahramanlarından yüksek bir meclubiyet ve sitayişkar bir lisanla
bahsederken, bu arada bizlere de hidematı vataniye tertibinden maaş bağlanmış
bulunduğunu efkarı umumiyeye arz etmiş bulunmaktadır. Hâlbuki şimdiye kadar
böyle bir maaş alamadık. Hâlbuki yukarıda arz etmiş olduğum vechle parti idare
heyeti toplantısında, şimdilik bizlere bütçe mülahazasıyla daimi bir maaş
bağlanmasına imkan görülmemiş ve bir defaya mahsus olmak üzere beşer lira
mükafatı nakdiye ile taltifimiz cihetine gidilmesi karar altına alınmıştır.
Doğrusu bu kadirşinaslıktan çok mütehassısız ve bu tehassusatımız o derece
büyüktür ki tarif edemeyiz. Ancak: Doğu Gazetesi’nde gördüğümüz ve okuduğumuz
gibi, bizlere daimi maaşa bağlanmak suretiyle eski bir Türk hamasetinin
unutulmadığını büyük bir umgu ile beklerken, salifülarz imkansızlık karşısında
sukutu hayale uğradık ve muhtelif savaşlarda büyük yararlılıkları sepkat ederek
Cumhuriyetin kalemle tasvir edilemez bin bir çeşit nimetlerinden mütenaim
olmakta bulunan diğer gazi arkadaşlarımızın yanında çok mahcup bir vaziyete
düştük. Mübeccel Cumhuriyet Hükümetimizin bezl edilmiş eltaf ılayuat ve
layuhsadır. Bilhassa hayatının son dönüm noktasına gelmiş bulunan bizler için
bu lütfun esirgenmeyeceğinden emin bulunarak Yüksek Makamınıza müracaat ediyor
ve o günkü Doğu Gazetesini de ilişik olarak sunuyoruz. Muktezasının ifasına
yüksek alaka ve buyruklarınızı diler ve yalvarırız.
Erzurum Hükümet Konağı Arkasında Yazıcı Mithat
Pasinler vasıtasıyla
Taşmescit Mahallesi’nde Zenciye Sokağı’nda Hüseyin Kızı ve Mehmet Karısı Nene
Kırkgöz’
Bu dilekçeden ne kadar zaman sonra olduğu
bilinmez; Nene Hatun’a belediyeden 4 lira maaş bağlandı. Tezek parası bile
etmeyen 4 lira…
1943 yılında, artık 100 yaşından sonra
hamallık yaparak geçinmek zorunda kalan Yaşar Baba ölmüş, geriye kalan iki
kadın bir dilekçe daha yazmak zorunda kalmıştı. Bu defa doğrudan İsmet İnönü’ye
sesleniyorlardı:
‘Reisicumhurumuz
Millî Şef İsmet İnönü’nün Yüksek Huzurlarına
Dileğimizdir,
Bizler, 1293 Osmanlı-Rus harbinin Erzurum civarında Aziziye tabiyasında vuku
bulan meşhur savaşın kahramanıyız. O tarihi günde Türk kahramanlık ve hamasetinin
sembolü olan bizler, bu çok eski düşmanımızı vatanın harimi ismetinden sökerek
atmış ve göklere kadar çıkan zafer dasitanı yaratmıştık. Bu ulu güne lâyıkı
derecede kıymet ve ehemmiyet verildiği halde, maalesef biz canlı timsallerine
gereken kadirşinaslık gösterilmiyor. Aziziye zaferi, tarihin pek az kaydettiği
bir mucizedir. Bu mucizenin yarattığı varlık sayesindendir ki, vatanımızın en
mühim parçası ve Şarkın müstesna bir kilidi mesabesinde bulunan güzel
Erzurum’un müstekreh düşmanın mülevves çizmesiyle çiğnenmesinden kurtarmış ve
ahlâfa ebedî bir yadigâr bırakmıştır. Bu ölmez zaferin yadigârı bizler, her
birerlerimiz doksanar yüzer yaşındayız. Hiçbir sığınacak yerimiz ve tutunacak
hiçbir desteğimiz yoktur. Belediyenin ayda 4 lira maaştan başka bir şey görmüyoruz.
Geçen sene birer meccanî ekmek veriyorlardı, bu sene o ekmeğimizi de kestiler.
Şimdi aç ve muhtaç bir vaziyetteyiz ve dileniyoruz da… Bizlere icab eden naktî
ve fiilî yardımın yapılarak bu çetin ve acıklı vaziyetten kurtarılmaklığımızı
yüksek ve derin saygılarımızla diler ve arz ederiz.
Adresler:
1-Erzurum’un Taşmescit mahallesinde Zenciye sokağında Hüseyin Kızı Nene Yaşı:
90.
2-Erzurum’un Veyisefendi mahallesinde Lalapaşa sokağında Halil yanında Kadir
Kızı Name Yaşı: 95’
90 yaşını geçmiş bu iki kahraman ve mağdur
kadın, İsmet Paşa’nın vicdanına sesleniyordu ama bu kahraman kadınların
‘düşman’ dediği şeye yıllardır dostluk naraları atan bir muhatapları olduğundan
-belli ki- habersizdiler. İsmet İnönü, okuduğu bu dilekçeyi, o sırada sicilli
komünistleri ve Moskova uşaklarını devletin bakanlıklarına doldurmakla meşgul
olan Başvekil Şükrü Saraçoğlu’na havale etti. Lütfen dikkatli okuyunuz:
‘Türkiye
Riyaseti Cumhur Umumi Kâtipliği 25/VIII/1943
Sayın Şükrü Saraçoğlu Yüksek Başvekil
Tarihimizin şanlı bir sahifesini teşkil eden
Aziziye muharebesine fiilen iştirak etmiş olup halen her biri 90-100
yaşlarında, fakir ve çalışmaktan aciz ve Belediyenin verdiği beş liradan başka
bir yardım görmediklerinden dilenmekte olduklarına dair Erzurum Taşmescit
mahallesinden Hüseyin kızı Nene ve Kadir kızı Name imzalarıyla gelen dilekçe
Reisicumhurumuzun dikkatlerini çekerek tedkik buyurulmak üzere zati
devletlerine takdimi emir buyurulmuş olduğundan bilece sunulmuştur.
En derin saygılarımla. Umumi Kâtip Kemal
Gedeleç’
Sınırlarımıza dayanmış II. Dünya Savaşı
sebebiyle karneyle dağıtılan ekmeği bile kesilen kadınların sesi, bir türlü
kulaklara ulaşmıyordu. Dilekçe yazdıkları reisicumhurun kulaklarında bir sorun
olduğu bilinmektedir ama bu mektuba verdikleri cevaptan, gözlerinde de bir
sorun olduğu anlaşılıyor. Aziziye kahramanları belediyeden 4 lira aldıklarını
yazıyor; o dilekçe Başvekile iletilirken ‘5 lira’ oluveriyor… Muhtemelen,
dilekçeyi okuyan da ‘4 lira maaş mı olur?’ diye düşünmüş
ki bu şekilde bir hata yapıyor. Neticede ‘dileniyoruz’ demiş oldukları halde,
‘ekmek dahi vermiyorlar’ demiş oldukları halde, bu dilekçeye de bir cevap
alamadılar. İsmet İnönü 1939’da reisicumhur olduğunda, maaşı 8.700 liraydı…
Geçelim…
Nene Hatun ve Name hanımın bu sefalet dolu
günleri devam ederken, kendileriyle röportaj yapmaya gelen bir gazetecinin
sorusu üzerine ‘İnsaf edin 4 lira ile ben ne yapabilirim?’ serzenişi sebebiyle
Nene Hatun’un durumunu araştırmak üzere mülkiye müfettişi görevlendirildi. Bu
müfettişin olumsuz görüş bildiren raporu sebebiyle, belediyeden aldıkları 4
liralık maaş da kesildi. Türk milletinin kaderi budur; canlarıyla vergi
verseler de şikâyet etme hakları yoktu. Devlet, böyle bir suçu affetmezdi. Nene
Hatun ve Name Hanım, maaşlarını kesen Erzurum Belediyesi’ne sürekli dilekçe
yazdılar çünkü çaresizdiler. Sırtlarında tenekeyle sokaklarda tezek
topluyorlardı. Yüz yaşına dayanmış oldukları halde sakat çocuklarına
bakıyorlardı. 8 Mart 1952 tarihinde, Erzurum Belediyesi bir karar daha aldı ve
25 lira maaş bağlanmasına hükmetti. Bu müjdeli haberi de davul zurnayla bangır
bangır ilan etmeyi unutmadılar…
Bu tantana dolu ilana Demokrat Doğu
Gazetesi’nde yazan Ahmet Fikret isyan etti:
‘ …
12 Mart kurtuluş gününün canlı şahidi ve o felaketli zamanın, hepimize gurur
veren emektar mücahidi için belediye tarafından aylık olarak bağlanan 4 liranın
25 liraya çıkarılması ile iktifa olunmasının da hayat idamesini sağlamaya
yetmiyeceği tabiidir. Memleketimize boyunu göstermek için gelip gitmiş eski
iktidarın mideci bakanlarına belediye kesesinden yüzlerce liralık ziyafetler
çekildiği sıralarda da ekmeğini komşusunun merhametinden gözlemeye mahkûm
bırakılmış olan bu fedakâr insan için Erzurumluların hiçbir yardımı
esirgemeyeceği muhakkaktır.’
1952 yılında bu olaylar yaşanıyordu ama bir yandan
da 2 yıldır yapımı devam eden Aziziye Tabyası anıtı için açılış günü
yaklaşıyordu. Daha basit bir ifadeyle; Aziziye kahramanları yüz yaşında kuru
ekmek için dilenirken, Aziziye zaferi için yıllar süren anıt inşaatı
yapıyorlardı.
30 Ağustos 1952’de Zafer Bayramı münasebetiyle bu anıt için açılış töreni
yapılacaktı. 3. Ordu Komutanı Org. Nurettin Baransel, Erzurum’un devlet
erkânını da yanına alarak ilk defa Nene Hatun’u evinde ziyaret etti. O güne
kadar ihmal edilen bu kadınla ilgili tutulan resmi evraklarda, sürekli aynı
tekerleme geçiyor ve bu tekerleme sebebiyle de yüzüne bakılmıyordu: ‘Kanun
nazarında 93 kahramanı olduğunun ispatı güç…’
Ağabeyini, evlatlarını şehit vermiş, kendisi
de binlerce şahidin önünde satırla savaşa koşmuş bir kadının kahramanlığının
ispatı güçmüş…
Diyelim ki hiçbir fedakârlık ya da kahramanlık göstermemiş olsun; 90 yaşını
geçmiş bir vatandaşın dilenecek duruma düşmesi normal midir? Bunlara göre
1877’den 1952 yılına kadar normaldi…
Ta ki Orgeneral Nurettin Baransel, belediye başkanı ve sair yetkili amirleri
toplayıp evini ziyaret edene kadar. Orada Aziziye Tabyası Anıtı açılışı için
bulunan gazeteciler de Nene Hatun’u bu vesileyle ziyaret etmiş oldular.
Nurettin Baransel, burada verdiği demeçte ‘1293 harbinin hayatta kalan yegâne kahramanı
Nene Kırkgöz’ cümlesini kullanınca, artık bu sağırlar için kıvıracak
bir taraf da kalmamış oldu. Maalesef Name Hanım’ın ömrü de bugünü görmeye
yetmemiş, yoksulluk içinde ölmüştü. Orgeneral Baransel, anıtın açılışı
sırasında Nene Hatun’un ihtiyaçlarının ordu tarafından karşılanacağını ilan
etti. 95 yaşına gelmiş Nene Hatun, ilk defa gün yüzü görecekti.
Bu açıklamadan 7 gün sonra, Nene Hatun’un
harap evi, beklenmedik bir ziyaretçi ağırladı: NATO Başkomutanı Matthew
Ridgway…
Demokrat Parti iktidarının bütün kodamanlarının pervane olduğu ve NATO’ya
gireli henüz birkaç ay olduğu için elini ayağını öptükleri Amerikan subayı,
Nene Hatun’un evini ziyaret ettiği sırada, neticesinde dolanan basına da bir
demeç verdi:
‘Bu
seyahat, hayatımda yaptığım seyahatlerin üzerimde en derin intibalar bırakanı
oldu. Çünkü gerek halkın ve gerekse er ve subayların yüzünde vatanseverlik ve
vatana karşı derin aşk ve bağlılık parlıyordu. Bu intibaı yaşadığım müddetçe
kalbimde taşıyacağım. İkinci intibaım da Türk ordusunun bütün rütbelerinde
gördüğüm komutanlık vasfıdır. Kara Kuvvetleri Komutanı Şükrü Kanatlı, Üçüncü
Ordu Müfettişi Orgeneral Nureddin Baransel başta olmak üzere hudutta gördüğüm
ve konuştuğum çavuşa kadar hepsinin de üzerimde hasıl ettiği tesir kalbimde derin
iz bıraktı. Üçüncü güzel intibaım da 1877’nin kahramanlarından ordunun
nenesini, Nene Hatun’u Erzurum’da ziyaret etmek fırsatını bulmuş olmamdır.
Birçok millet kahramanlarını sadece
kahramanlık sanatı olan ordularının içinde arar ve ancak böylelikle bulur.
Türklerde ise hakiki kahramanlar akla gelmeyen mütevazı köşelerin iddiasız
sakinleridir çünkü onlar kahramanlık iddiasında da değillerdir. Buna
ihtiyaçları da yoktur çünkü kahraman olarak yaratılmışlardır. Nene Hatun'un
elini bu hisle öpüyor ve onu tanımış olmaktan iftihar ediyorum’
Bir hafta önce, anıt açılışı sırasında
‘ordunun nenesi’ sıfatı verilen Nene Hatun’a, NATO başkomutanı da aynı sıfatla
hitap ediyordu. Tesadüfün bu kadarı… Bu açıklamanın ardından Erzurum Belediyesi
de hemen harekete geçti ve 3 gün içinde karar çıkartarak Nene Hatun’a 300 lira
yardım yaptı. 3. Ordu tarafından hemen
bir ev yapıldı ve belediye de bu evin tapusunu Nene Hatun’a takdim etti. Artık
çileli ömrünün sonuna gelmiş olan Nene Hatun’u saygıyla anma yarışına
girmişlerdi; çünkü Türkiye NATO üyesi olmuş ve Sovyetler Birliği sınırında
Ruslara karşı kahramanlık hikâyeleri lazım olmuştu. Örnek gösterecek
şahsiyetler arıyorlardı ve en uygun aday da Nene Hatun’du. 95 yaşına kadar
hatırını sorma ihtiyacı hissetmeyenler, bir anda etrafında pervane olmuştu.
NATO komutanı, yurduna döndüğünde de Nene Hatun’u unutmadı. 10 Ekim 1953’te,
Saturday Evening Post gazetesinde kaleme aldığı bir yazıda da Nene Hatun’dan
bahsetmişti. Gazetenin bir nüshasını da Ankara’daki ABD elçiliği aracılığıyla Nene
Hatun’a gönderdi.
NATO komutanının ziyaretinden hemen sonra,
gazetelerde şöyle haberler görülmeye başlandı:
‘Reisi
Cumhur’un Aziziye Kahramanı Nene’ye gönderdiği hediyeler bugün saat 7’de Vali
ve Ordu Müfettişi Baransel tarafından verilmiştir.’
Demokrat Parti’nin vekilleri de boş
durmuyordular. Meclise bir kanun teklifi sundular ve 6 Şubat 1953 tarihli Resmi
Gazete’de duyurulan emirle Nene Hatun’a 170 lira maaş bağlandı. Demokrat
Parti’nin sesi olan Demokrat Doğu gazetesi de bu yardımları bağırmaya devam
etti:
‘Ordu
Ninesinin ilk maaşı verildi. 1877’nin hayatta kalan yegâne yadigârı Nene hatuna
hidematı vataniye tertibinden 6036 sayılı kanuna tevfikan 170 lira maaş tahsis
edildiği ve bu tahsisatın Erzurum Milletvekillerinden Sayın Bahadır Dülger ile
Enver Karanın Büyük Millet Meclisine müştereken verdikleri bir teklifle
kanuniyet kesbettiği malûmdur. İlk maaş bugün saat 6 da evinde verilmiştir. Bu
merasimde Vali Cemal Göktan, Üçüncü Ordu Müfettiş vekili Korgeneral Osman
Giray, Muhasebe Müdürü Halit Yücel, Anadolu Ajansı muhabiri Veysel Salman hazır
bulunmuşlardır.’
Sadece devlet erkânı değil, siviller de
hatırlamıştı. Türk Kadınlar Birliği, 1955 yılında Nene Hatun’u ‘yılın annesi’ ilan etti. Bu sıfat ilk defa Nene Hatun’a veriliyordu…
Nene Hatun artık yorulmuştu…
Aynı yıl, 22 Mayıs 1955 günü, 98 yaşında zatürreden dolayı hayatını kaybetti.
Gazeteler ‘annelerin annesi öldü’ manşetiyle çıktı. Cenazesi resmi törenle ve
ordu tarafından kaldırıldı. Aziziye Tabyası Anıtı’nda hazırlanan anıt mezara
defnedildi.
Nene Hatun’un son dilekçesi, ölmeden birkaç ay
önce noterde tasdik ettirdiği vasiyetiydi. Hayatta kalan tek oğlu Yusuf sakattı
ve Nene Hatun onun ‘malul’ olduğuna dair raporu ancak ölümünden birkaç ay önce
alabilmişti. Vasiyetinde tek bir dileği vardı; kendisine verilen 170 lira
aylığın, kendisi öldükten sonra oğluna verilmesi… Annelerin annesi, bu vasiyeti
notere onaylattıktan 5 ay sonra öldü. Son evladını 98 yaşındayken bile sahipsiz
bırakmak istememişti. Ölümünden yedi ay sonra, Başvekil Menderes tarafından
onaylanan bir kanun maddesiyle o maaş, oğlu Yusuf’a bağlandı.
Ölümün ardından adına şiirler ve romanlar
yazılmış, biyografileri yayınlanmıştır. 2010 yılında Nene Hatun adıyla bir film
de gösterime girmiştir.
Aziziye Tabyası Anıtı’nda şu cümleler
yazılıdır:
‘Bu
gelinlik genç kızlar, ihtiyar erkekler ve nineler, kendi namusları ve Türk
milletinin şan ve şerefi için saldırdılar, dövüştüler ve öldüler. Şimdi Türk
milletinin kalbinde yaşıyorlar.’
Keşke Türk devletinin de aklında olsalardı…
Aziz hatırasına saygıyla.
[1] Tabya: Bir
yerin savunulması için özel olarak yapılmış ve silahlarla donatılmış istihkâm.
kimse bir yorum yazmamış bu değerli kahraman anaya...
YanıtlaSilKaleminize sağlık. Unutmayacak ve unutturmayacağız!
YanıtlaSil6 sene Erzurum'da okuyup sürekli Rus Ermeni zulmünü ve Nene Hatunun kahramanlıklarını duyupta hayatı ve detayına inememiş olmanın üzüntüsünü derinden hissettim, bu güzel yazı için var olun.
YanıtlaSilTürk kahramanlarının yüzlerce yıllık makus talihinden Nene Hatun da nasibini almış. Ruhu şad, mekanı cennet olsun.
YanıtlaSilNene hatun tarihini yaptığı hizmetleri siyasete intigal ettirerek ne elde etmeyi düşünüyorsunuz
YanıtlaSilbizatihi nenemizin yaptığı hizmet ve vatan aşkı türkiyedeki tüm üniversitelerin kütüphanelerinde binlerce akedemik makale tez olarak herhes tarafında okunmuş yazılmış atıfta bulunulmuş olarak bulunmaktadır . Ruhu şad, mekanı cennet olsun. Buna mukabil bu web sayfanız içerikleri adeta cumhuriyetle hesaplaşmaya dönük oluşturulmuş tüm cumhuriyet yazarlarını, hatta geriye dönük olarak ,servetifünunun büyük edebiyatçılarınıda içine alacak şekilde cumhuriyete savaş açmış gözükmektesiniz. türk cihan hakimiyeti mefkuresini byle pevasızca patavassızca savunarakmı turk ırkı sağolsun diyeceksin.!*?
Kalemin keskin olsun ağabey
YanıtlaSil