IRKÇI MISIN? - 3

 



1789 yılında Fransız İhtilali yaşanmış ve özgürlük, medeniyet, insan hakları palavraları bütün dünyanın gündemi haline gelmişti. Kendi aralarında, ölümüne hak-hukuk kavgasına tutuşmuş beyaz adamlar, dünyanın diğer yerlerinde sömürge ve katliam yapmaya da ara vermemişlerdi. İnsan hakları gibi şeyler, insanlar için geçerliydi ve insan dedikleri de kendilerinden ibaretti…

O yıl, Güney Afrika’da doğan Sarah Baartman, her normal canlı gibi atalarının genetiğini taşıyordu. İki yaşındayken annesini, onun ardından da İngiliz ve Hollandalı işgalciler arasındaki bir çatışmada babasını kaybetmiş. Bu sömürgeciler, kendi canları tatlı olduğu için sömürdükleri insanları savaşta da kullanmayı seviyorlardı. Sarah kimsesiz kalınca, onu köle olarak alıp çiftliğinde zorla çalıştırmak da kendisi gibi siyahi bir satılmışa düşmüş. Sarah’ın kabilesine özgü geniş kalçaları ve sarkık cinsel organı ‘nasıl olmuşsa’ bir İngiliz askerin dikkatini çekmiş…

Hekim ve asker olan bu İngiliz, Sarah’ı çiftlikteki eziyetten kurtaracağını, tıbbi araştırmalar için Londra’ya götüreceğini, orada rahat edeceğini vs. söylemiş. 1810 yılında, henüz yirmili yaşlarına yeni girmiş bu genç kadını Londra’ya getiren İngiliz asker, onu ‘bilim adamı’ geçinen beyazların önüne atmış. Sağını solunu kısa süre inceleyen bu beyaz bilimseller, beyaz adamın ne kadar da üstün olduğuna dair bir delil bulduklarını ve işte bu kadının da bu tezi açıkça ispat ettiğini yazmışlar. Kısa sürede bilimle işi biten Sarah için sirk hayvanlarıyla birlikte sergilenme, hakaret ve tacize uğrayarak seyircileri eğlendirme dönemi başlamış. Yüzüne boyalar, vücuduna takılar ve dar giysiler ekleyerek, biletli sirk izleyicilerinin dikkatini çekecek hale getirmişler. Şöhreti artınca ‘Hottentot Venüsü’ diye bir isim takmışlar ve tiyatro oyunlarının, karikatürlerin, müzik eserlerinin konusu olmaya başlamış. Tıpkı bu takma isim gibi, adına yazılan- çizilen şeyler de küçük düşürücü, cinsel içerikli şeylermiş. 1810- 1814 yılları arasında Londra’da bu şekilde istismar edilen genç kadını, toplumda oluşan tepkilerden bıkan sahibi, Parisli bir vahşi hayvan bakıcısına satmış. Yeni sahibi de Sarah’ı sirklerde, vahşi hayvanlarla sergilemeye ve beyaz adamlara para karşılığı satmaya devam etmiş. Tabii ki medeni Avrupa’nın medeni insanları arasında bu duruma isyan edenler de olmuş. Bu sahipler soruşturmalardan geçirilmiş ve tabii ki suçsuz bulunmuşlar. Güney Afrika’daki çiftlikten alınarak Londra ve Paris’te her türlü eziyeti gören, satılan, vahşi hayvanlarla birlikte sergilenen Sarah’ı, kontrol altında tutmak için alkol ve uyuşturucu bağımlısı yapmayı da ihmal etmemişler. Bu eziyete 5 yıl dayanabilen kadın, 1815 yılında, henüz 26 yaşındayken ölmüş.


Bitmedi…

Medeni beyaz adamın medeniyeti, düşmanının ölümüyle biter mi? Ölümünün üstünden 24 saat geçmeden, Napolyo’nun bir adamı yetişmiş. Sarah’ı insan saymadıkları için olacak, zoolog göndermişler ve bu zoolog, henüz bedeni soğumamış olan kadının beynini ve cinsel organını söküp çıkarmış. Bedeninin kalanını da av hayvanı gibi doldurup bütün bunları ayrı ayrı Paris’teki Musee I’Homme’da sergilemek üzere satın almışlar. Kısa hayatında yeterince aşağılama ve istismar görmemiş gibi, öldükten sonra da biletli beyaz adamlar görsün, kendileriyle gurur duysunlar istemiş olacaklar…

Medeni beyaz adamın, medeni müzesinde bir kadının parçalanmış bedeni ne kadar sergilenebilir?
6 Mart 2022 tarihine kadar!

Sarah Baartman’ın müzede sergilenen bedenini resmi kanallarla talep eden kabilesinin ve Nelson Madela’nın kişisel çabalarının hiçbir sonuç vermediğini gören bir Fransız senatör duruma el koyar ve yine, bir Fransız öyle istediği için, bedenini iade ederler.

Biter mi?

2010 yılında ‘Siyah Venüs’ adıyla bir film yapıp ödül toplamak da Fransızlara nasip oldu.

Medeni alemin bu türlü medeniyet gösterileri, insanlıklarına dair böylesi olaylar, sayılamayacak kadar çoktur. Bir örnek daha…


1834 doğumlu Juliana Pastarana adlı bir Meksikalı kadın, sırf kıllı doğduğu için, ömrü boyunca hayvan kırması diye teşhir edilmiş. Medeni ABD başta olmak üzere, dünyayı dolaştırıp bilim adamı sıfatlı vahşilerin ve biletli izleyicilerin önünde istismar etmişler. Köle tüccarı ya da sirk sahibi yerine menajer sıfatını kullanan adamdan, kendisi gibi bir çocuğu olmuş. Doğumdan sonra çocuğu da kendisi de ölmüş ama bu menajer, para kaynağının kesilmesini kabul edememiş. Ölü kadını ve yavrusunu mumyalatıp Moskova’da sergilenmek üzere satmış. Bu ölü bedenlerin çok seyirci çektiğini öğrenince gidip geri almış. Londra’da bilet keserek sergilemiş. Bu menajer aklını yitirince, karısı mumyaları satmış. Ölü anne ve ölü bebeği, fuarlar, eğlence merkezleri, sirkler geze geze Avrupa’yı dolaşmış. 1921 yılında Norveçli bir sirk sahibi bu bedenleri satın almış. 1950’li yıllarda, insanların ilgisi bitince bir depoya atılmışlar. 1970’li yıllarda tekrar sergilenince insanlar tepki göstermiş. 1973’te tekrar depoya atılmışlar. Üç yıl sonra gizlice depoya giren 2 çocuk, kucağında bebeğini tutar şekilde duran mumyanın kolunu koparmış ve kucağındaki bebek de zarar görmüş. Çocuğun onarılmasının mümkün olmadığına karar vererek çöpe atmışlar. Julia’nın kolunu geri takmışlar. 1990’larda medeni Norveçliler, bilimsel amaçlarla bu kadının bedenini kullanmaya karar vermişler. 2005’te Meksikalı bir sanatçının girişimleriyle konu yeniden gündeme gelmiş. 2013 yılında, Julia’nın bedenini Meksika’da, doğduğu yere gömebilmişler. 2013 yılında…

Dedim ya;
Medeni alemin bu türlü medeniyet gösterileri, sayılamayacak kadar çoktur.
Vahşilik, işgal, soykırım, zulüm, sömürge deyince, koskoca insanlık aleminde bir söz söyleme, bir tavır koyma, bir taraf olma sırası, en son bile bu beyaz adamın beyaz ülkelerine gelemez. Onlar, bu türlü konular geçince sadece mahcup olabilir.
Bu türlü konularda başlarını önlerine eğerek susması gerekenler, maalesef ki en fazla gürültü çıkaran, en çok konuşanlar oluyor.
Ne tuhaf!

Konumuza dönecek olursak;
‘Irkçı mısın’ sorusunun mucidi ve bu sihirli değneğin değnekçisi, maalesef ki mazisi bu türlü rezaletlerle dolu olanlar. Alelade bir insanın, sıradan bir şekilde vatanını sevmesinin haddini belirlemek, işte bu sihirli değnekle mümkün oluyor.

Çok uluslu emperyalist bir şirket topraklarını sömürüyor ve sen de bu durumdan rahatsızlık mı duyuyorsun? Rahatsızlığının gerekçelerini, mantığını, bakış açını saatlerce anlatabilir, sayısız şekilde izah edebilir, belgelerle savunabilirsin. Karşında dikelecek pişkin bir sömürgeci çocuğu ‘ırkçı mısın’ diye başlayacak ve savunma durumuna geçmen, sadece bir an sürecektir.

Küçük ülkenin, küçük sınırlarını korumak ve saldırgan olana karşı bir siper görevi görsün mü istiyorsun? Dünyanın bütün haklı gerekçelerini öne sürsen, karşında yüzsüz bir istilacı torunu bulacaksın ve ‘ırkçı mısın’ diye hücum edecektir.

Milli kültürünü, dilini, tarihini, geleneklerini, adetlerini, inançlarını ‘küresel değer’ denen dayatmaya kurban etmemek için mi uğraşıyorsun? En makul tavırlarla bir direniş gösterdiğin anda, karşında utanmaz bir yağmacı evladı dikilecek ve ‘ırkçı mısın’ diye yaftalayacaktır.

Ülkenin demografik yapısı, toplumsal bütünlüğü, milli varlığı, global çeteler tarafından para harcanarak, kasıtlı bir şekilde bozuluyor ve sen de bu duruma en meşru yollarla isyan mı ediyorsun? Karşına sayısız satılmış, satın alınmış, satılık piyon dikilecek ve ağızlarından salyalar saçarak ‘ırkçı mısın’ diye bağıracaktır.

Çünkü kardeşim;
Bütün kazanımlarının, servetlerinin, müreffeh ülkelerinin, dolu kasalarının, güvenli sınırlarının sebebinin ırkçılık olduğunu biliyorlar ve aynısını senin için istemiyorlar.
Kasası dolu ülkenin yöneticilerini satın alamayacaklarını biliyorlar.
Karnı tok insanları köle edemeyeceklerini biliyorlar.
Sınırları muhkem vatanlara göz dikemeyeceklerini biliyorlar.
Kendi atalarının ırkçı olduğunu ve bu nimetleri o zalimlerden miras aldıklarını biliyorlar.

Özetle kardeşim;
Sana silah çekiyorlar, kafana dayıyorlar ve ‘silahlar kötüdür diyeceksin’ diyorlar.
‘Evet, silahlar kötüdür’ diye kabul ettikten sonra, ‘kendimi savunacağım’ demenin bir anlamı kalmıyor. Onlar, silahsız kabileleri, ülkeleri, kıtaları işgal etmeyi, kendilerine taş atan yerlilere top atmayı biliyorlar. Üstelik, sadece servetleri değil; öldürdüklerinin ölülerini bile istismar etmekten utanmıyorlar.
Medeniyeti bunlardan mı öğreneceğiz?

devam edeceğiz….



Yorumlar

  1. Okurken gözyaşlarımı durduramadım, boğazımdaki yumru geçmedi hala yutkunamıyorum. Kadına tarih boyunca değer veren tek ulus Türklerdir. Bu durumla övündüğümüzde de "ırkçı" yaftası yiyeceksek sıkıntı yok bence.

    YanıtlaSil
  2. Kendi ırkını, kültürünü, vatanını sevmek ve soydaşlarının bu durumlara düşmemesini istemek ırkçılık mıdır? O yüzden kim olduğumuzu hatırlayıp kendimize sahip çıkmamız lazım. Türkleri sevmeyen çok.

    YanıtlaSil
  3. Kalemine yüreğine sağlık...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

ATATÜRK NE YAPMAMIŞTIR?

IRKÇI MISIN? - 4

ZENCİ