IRKÇI MISIN? - 4

 




İnsanlık tarihi, başlangıcından günümüze kadar akıl almaz, şeytanın bile aklına gelmeyecek vahşiliklerle dolu. Tarih sahnesine çıkışımız bile kendimize benzemeyeni yok ediş macerası. Eski alışkanlığımızdır ama herhangi bir hayvan ya da bitkiden önce, kendimize en çok benzeyeni, Neandertalleri yeryüzünden silmişiz. Sabandan önce mızrak yapmışız. Evden önce tuzak yapmayı öğrenmişiz. Dünyadaki bütün maceramızı, cinayet silahlarımızın gelişme biçimine göre yazmışız. Yontma taş, cilalı taş, atom çağı vs…

İcatlarımız, teknolojimiz, bilimimiz, her şeyden önce cinayet işlediğimiz silahlara göre şekillenmiş. Kaba taşlardan başlayarak atom altı taneciklere kadar, elimize ne geçse, karşımıza ne çıksa, cinayet sanatına uydurmuşuz.
İlk aletlerimiz, cinayet silahı.
İlk arabalarımız, savaş arabası.
İlk uçaklarımız, savaş uçağı.
Ateşin keşfi, insan yakmanın miladı.
Atomun parçalanması, atom bombasının icadı.
Özetle; vahşi bir canlıyız.

Bütün taframızın altında, her türlü cakamızın arkasında, komşusunun malını çalmak için mağarada taş yontan kıllı atalarımızdan miras kalan ruh, kanlı gözleriyle kavgaya hazırlanıyor.

Bu ruh, bu genetik lanet, bu kalıtımsal vahşilik, anormal değil. Bütün sevimsizliğine, bütün tuhaflığına rağmen, normal halimiz bu. Uzun maceramızın sonunda, geldiğimiz nokta anormal.

İzah edeyim:
Güneydoğu Asya’da, Çin, Hindistan, Bagladeş ve Tayland’ın arasında kalmış, Myanmar adlı bir ülke var. Neredeyse tamamı Budist bir ülke. Bu ülkenin 14 eyaletinden 1 tanesi de Arakan. Ülkenin batısında yer alan bu eyalet, fakir ülkenin geri kalanından bile fakir. Okyanusa kıyısı var ama kıyı kesimlerinde Budistler, iç kesimlerinde Müslümanlar yerleşmiş. Bu bir avuç Müslüman, bu ülkenin ve dolayısıyla o bölgenin derdi olmuş. 1970’li yıllardan itibaren Arakanlı Müslümanlar, ülkenin kalanından izole edilmiş. Devlet hizmetlerinden men edilmişler. Altyapı, üstyapı, sağlık, eğitim vs. ne kadar kamu hizmeti varsa, Arakan’a uğramamış. Yağmurlu havada su vermemişler. Çocuk yapmalarına sınırlama koymuşlar. İbadet için toplanmaları, tarım ya da ticaret yapmaları, kendi imkanlarıyla bile gelişmeleri engellenmiş. Kendileriyle aynı dinden olmadıkları için, bu tuhaf adamların nereden çıktığına dair araştırmalar yapmış, tezler yazmışlar. ‘Madem ki Budist değiller, olsa olsa Arap çöllerinden göçmüşlerdir’ diyen de çıkmış, ‘İngiliz sömürgeciler getirip atmıştır’ diyen de… Çoğunluğun dininden değillerse, uzaydan bile gelmiş olabilirler.


 
Kısa keseyim:
Bu Arakanlı Müslümanları yeterince şeytanlaştırdıktan sonra, sıra eski adetlerimize gelmiş.
Köylerini yakmışlar. Savaş helikopterleriyle saldırmışlar. Canını kurtarmak için küçük kayıklarla denize açılanları savaş gemileriyle vurmuşlar. Deniz kuvvetleri hızını alamamış; kendi ülkesinin kıyılarında bulunan Müslüman köylerini topa tutmuş. Kara kuvvetleri de bu kahramanlık yarışına katılmış; yakılan yıkılan köylerdeki kadınlara ve çocuklara kadar toplu tecavüzlere girişmişler. Havadan, karadan, denizden vurdukları köylerde, hayatta kalanlara tecavüz etmek de yetmemiş; hala yaşamakta ısrar edenleri üstüste yığıp ateşe vermişler. Ülkeden kaçmaya çalışanları, göç yollarında Budist çeteler katletmiş. Kaçmayı başaranları da hain ilan etmişler. Onlara kucak açan komşu ülkeleri düşman saymışlar. Kendi basınlarına bu konuda haber yasağı koymuş, yabancı basını da engellemişler. BM gibi küresel örgütlerin tepkilerini görmezden gelmişler ya da soykırım iddialarını reddetmişler. 1970’li yıllardan günümüze kadar, bu kırım vahşiliği aralıksız devam etmektedir.
Dedim ya;
Normal halimiz bu. Geldiğimiz nokta anormal.
Bu vahşi ülkenin başında Ang San Su Çi adında Budist bir kadın var. Dünyanın en güçlü kadınları listesinden eksik olmaz, siyasi macerasında gördüğü zalimlikler sebebiyle hep el üstünde tutulur, medeni alemin küresel oyuncuları tarafından övgüye boğulur. Hollywood yapımlarının propaganda desteğini hiç kaybetmez. Partisinin adı da çok sevimli: Ulusal Demokrasi Birliği…

İşte bu vahşi devletin vahşi başkanı, kendisi gibi Budist örgütlerin ve resmi ordunun yaptığı soykırımı hep inkâr etmiş, inkâr edemediği noktada savunmuş, bulunduğu makamdan da anlaşılacağı üzere bizzat organize etmiştir. Kendisiyle en az farklı olanı ortadan kaldırmak genetik mirasımız demiştim; bu açıdan bu kadının bu tavrı bile maalesef normal…
Bu çağa özgü olan anormalliği anlatmak için uzattım:
Bu vahşi devletin, bu vahşi başkanına, bu vahşi dünyanın sözde medeni alemi Nobel Barış Ödülü vermiş. Elli milyon nüfuslu ülkede, 3 milyon insanı katliamla, ateşe atmakla, tecavüzle, kaçmaya mecbur etmekle eriten bu kadın, Nobel Barış Ödülü almış.
Yetmemiş.
Oxford Özgürlük Ödülü, Chatham House Ödülü almış. Adına kitaplar yazılmış, filmler çekilmiş. Bunu öylesine sevmişler ki siyasi yasaklı olduğu dönemde, ev hapsinde tutulduğu sırada, John Yettaw adlı bir Amerikalı, evinin önündeki gölü yüzerek geçmiş ve 3 gün misafiri olmuş.

İşte izah etmeye çalıştığım, bu çağın anormalliği budur. Bu çağ, yönettiği ülkedeki milyonlarca insana soykırım uygulayan bir ucubeye, barış ödülü verilen çağdır. Bu çağ, eşleri ve çocuklarını öldürttüğü kadınlara tecavüz ettiren bir kadına alkış tutanların çağıdır. Bu çağ, bir ülkenin ordusunun katliamından kurtulan sivilleri, ellerine palalar alarak kesip biçen Budist rahipleri, sevimli, bilge, hümanist, filozof gibi tanıtan propaganda makinesi çağıdır.
Evet;
İnsanlık alemi olarak serüvenimiz vahşi ama o vahşiliğe bu derece alkış tutulan, ödül verilen başka bir çağ görmedik.

Şimdi asıl konumuza dönebiliriz…

Sevgili kardeşim;
Bu çağ, parayı, propagandayı, insanları etkileme gücünü elinde tutanın, en kötüyü bile kayırabildiği bir çağ. Az önce anlattığım örnekteki kadın, daha önce tarif ettiğim beyaz adamın okullarında devşirilmiş, memleketi olan Güneydoğu Asya ülkesine görevli gönderilmiş bir piyondan ibarettir. Oralarda bu beyaz adamın menfaatlerini kolladığı sürece, hangi Müslümanı, hangi şekilde katlettiği, bu beyaz adamı çok da ırgalamaz.
Beyaz adam, işine bakar…
Kınar, tekrar kınar, iyice kınar, tepkili olduğunu söyler ve işine bakar…


Gelelim asıl sorumuza:
Senin de gözünün önünde bunlardan yok mu?
Mesela;
Kafa kesen, insan yakan, köle pazarlarında kadın satan, köyleri yıkan ve bütün bunları da kendisine en çok benzeyene yapan İslamcı örgütleri sen de gördün. Seninle birlikte bunları gören ve inkâr eden, inkâr edemediği noktada kınamakla yetinen tanıdıkların yok mu? Zülf-ü yâre dokunmamak için ‘gerçek İslam bu değil’ dediklerini duymadın mı? Hepsi de aynı tavrı takınmadı mı? Ortadaki sorunu, vahşiliği, kötülüğü inkâr edemedikleri noktada, ‘sorun İslam değil, bunlar yanlış uyguluyor’ demediler mi?

Her vahşilikte aynısı olmuyor mu?

Nazilerin zulmüne uğrarken ‘insanlık’ diye inleyen, merhamet bekleyen Yahudiler, Filistin’de devlet kurunca ne yaptı? ‘Öldürmeyeceksin’ diyen ilahi emirleri, kendilerine geçiyor mu?

‘Komünizm çok güzel de Stalin yanlış anlamış’ diyerek milyonlarca insanın canına mal olan zırvayı savunmaya devam edenleri görmedin mi? Stalin’in cinayetlerini savunma imkânı kalmayanların Mao’su farklı mı çıktı? Hepsi aynı çıksa da komünizmi savunanlarda bir utanma ya da pişmanlık gördük mü?


Yeryüzünde bir cennet tasviri anlatarak, Avrupa’nın hasta serserilerinden haçlı ordusu kurup Asya’ya gönderenler, İznik ve Antakya’da bu vahşilere insan yemelerini emretmedi mi? Vebalı hastalar, ıslah olmaz katiller, cinsi sapıklıktan hüküm giymiş serseriler, haçlı askeri olunca, bir anda aziz ilan edilmedi mi? Katliam yaptıkları yerlerde insan cesedi yemeden önce, kendi dindaşlarının mabetlerini, sırf mezhebi başka diye kirletmediler mi? Katliama, kendilerine en az benzeyenden başlamadılar mı? Peki, krem rengi keten elbiseler giyip kürsülerden sevgi, sempati, şirinlik anlatan papazlar, bu yamyam vahşileri sahipleniyor mu? Bu yamyamlıkları cemaatlerine anlatıyor mu? ‘Gerçek Hristiyanlık bu değil’ demeye bile tenezzül etmiyorlar…


Demokrasi farklı mı?
İnsanlık alemine binlerce yıldır kurtuluş vadeden bu fikir, yerleştiği, kök saldığı ülkelerde ne yaptı? Putlara adak adayan barbarlar gibi, seçim sandıklarında kurtuluş arayan demokrat medeniler, kurtulmuş gibi görünüyor mu? Golf sahalarının harcadığı su, susuzluktan ölen insanların ihtiyacının binlerce katıyken, demokrasi kimi kurtarmış olabilir? Özgürlük umuduyla demokrasiye ibadet eden sefiller, o demokratik düzenlerden, cinsi sapıklar, fuhuş tüccarları, seçilmiş tiranlar kadar faydalandı mı?
Suçlu kim’ diye soralım.
Demokrasi iyi de uygulayanlar kötü’ diyeceklerdir.
Orada kötü, bu coğrafyada olmuyor, şu toplumda mümkün değil, vs vs…

Sevgili kardeşim;
Budizm, turuncu elbiseli kellerin palayla Müslüman kesmesine engel olmuyor.
Demokrasi, yöneticisini seçme hakkı verdiği açları, o yönetici kadar doyurmuyor.
Hristiyanlık, kutsal topraklarına gönderdiği dindarlarına ceset yedirdi.
İslam, kelle kesmeyi kafasına koymuş vahşileri durdurmuyor.
Komünizm, açlıktan usanmış köylüleri kıtlıktan öldürdü.

Bunlar ve emsallerinin her türlü günahı, milyonlarca, milyarlarca insanın canına mal olmuşken, hepsinin de milyarlarca savunucusu, dindarı, yandaşı bulunuyor.
Gerçek İslam o değil,
Gerçek komünizm bu değil,
Gerçek demokrasi öyle olmaz,
Gerçek Hristiyan şöyle, böyle…

Hep laf kalabalığı!

Hep aynı terane…

Bir başkasına katliam yaptıran fikri savunmaktan kimse imtina etmiyor.
Bir başkasına soykırım yaptıran inancı tutmaktan kimse utanmıyor.
Bir başkasına vahşet yaptıran görüşü benimsemek kimseye yük olmuyor.

Yanlış uygulamışlar, o hareket onları bağlar, onlar yanlış anlamış’ deyip geçiyorlar ve hepsi de en güçlü, en hâkim, tek kuvvet olmak için çırpınmaya devam ediyor.

Gelelim sana:

Irkçılık sana yasak kardeşim.
Naziler katliam yapmış, Faşistler savaş yapmış, şunlar soykırım yapmış, bunlar sorun çıkarmış.
Kim diyor bunları?
Nazilerin, Faşistlerin, şunların bunların çocukları diyor.

Irkçılık sana yasak.
Zencileri köle yapmışlar, Kızılderilileri öldürmüşler, kabileleri yok etmişler vs…
Kim yasaklıyor?
Köle yapanın, öldürenin, sömürenin, yağma edenin, yok edenin çocukları.

Çalmış, çırpmış, sömürmüş, yağmalamış,
yemiş, içmiş, biriktirmiş,
doymuş, semirmiş, yağ bağlamış…

Sen yapma diyor.
Sen doyma diyor.
Sen yeme diyor.

Kendi yurdunda, kendi toprağını, kendi gücünle işlemek,
kendi milletinle, kendi kaderini tayin etmek,
kendin pişirip kendin yemek istiyorsun.

Irkçı mısın’ diyor.

Müslümanlar, kafa kesenlerle ilgisiz,
Hristiyanlar, haçlı yamyamlardan ayrı,
Komünistler, Stalin değil,
Demokratlar, işgalci değil…

Irkçı mısın?
Adolf’un, Benito’nun günahı boynuna…

Kendi toprağını kendin mi ekeceksin?
Hitler’in, Mussolini’nin vebali üstüne…

Kendi yurdunda kendin gibi yaşamak mı istiyorsun?
Nazilerin, Faşistlerin suçu sana…

Ne güzel tiyatro!
Ne hikmetse, hep de mazisi Faşistten daha karanlık, misliyle kirli, kat be kat karanlık olana yarıyor.
Ne güzel düzen!

Özetle sevgili kardeşim:
Irkçı mısın?

Yorumlar

  1. Kalemine yüreğine aklına sağlık...

    YanıtlaSil
  2. E bu soru artık rahat cevaplanacak hale gelmemiş mi? "Irkçıyız ne olacak?"
    Gerisi laf-ü güzaf

    YanıtlaSil
  3. Seni bu kadar geç tanımış olmaktan utanıyorum. Kalemine sağlık abicim

    YanıtlaSil
  4. Irkçıyım Abi... Kalemine, Yüreğine Sağlık Olsun Abi.

    YanıtlaSil
  5. Tebrikler 👏👏

    YanıtlaSil
  6. Eline yüreğine sağlık ağabey .

    YanıtlaSil
  7. Caner Kara bambaşka ya

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

SİNAN

ERDOĞAN'A AÇIK MEKTUP

İlk Kan: Ali Balseven