SEYİS

 



Siyaset, seyis kökünden gelme bir kelimedir. At bakıcısına seyis, at bakma işine de seyislik, yani siyaset denir. Türkçe karşılığında da bu kelime, atla ilişkili. Atkarma deyince siyaset, atkarmak deyince de siyaset etmek, yani yönetmek anlaşılıyor.
Kimi yönetmek?
Atı!

At, bildiğimiz üzere bir hayvan ve yine bildiğimiz üzere, bir binek hayvanıdır. Bazılarımız etinden ve sütünden faydalanmaya devam ediyor olsa da genel olarak binek hayvanıdır. Binmeyen de arabaya koşar, yük çektirir.

Diğer hayvanlardan daha fazla mesaimiz olduğu için gönlümüzde yeri ayrıdır. Yarenlik, yoldaşlık ettiğimiz, adına destanlar, efsaneler uydurduğumuz, övmelere doyamadığımız bir dosttur. İnançlarımızda da hep baş köşededir.
Yunanlar Pegasus der; kanat ekleyerek Zeus’un oğlunu tasvir etmekte kullanmışlar. Tanrılarının yanına gidip yıldırım getiriyormuş.
İslam’ın peygamberini Mirac’a çıkartanı var. O da kanatlı. Adına da Burak demişler.
İskandinav tanrısı Odin’in de atı meşhur. Sleipnir diyorlar… Hem sekiz bacağı, iki kanadı var…
Türk kültüründe de yeri ayrı... Tulpar diyoruz. Altın Elbiseli Adam’ın altın başlığında da görülür, Manas Destanı’nda da…

Kısacası, insanlık tarihinde hep özel yeri olmuş bir hayvan. Bazı efsanelerde tek boynuzlu olarak karşımıza çıkıyor; bazı mitolojilerde boynundan yukarısı insan şeklinde görüyoruz.

Şekilden şekle sokmuş, desenden desene bürümüş, inançtan inanca savurmuşuz ama neticede hayvan olarak kalmış.
Ne kadar översek övelim, ne kadar özel sayarsak sayalım, günün sonunda hep sırtına binmişiz.

İşte siyaset kelimesi, bu atı idare etme, sırtına sorunsuz binme, etinden, sütünden, gücünden faydalanma mantığından türemiş ve insanlara uyarlanarak dilimize yerleşmiş.
-Neymiş kardeşim?
-At bakıcılığı…

-Pekâlâ, bu işin en iyisi nasıl anlaşılır?
-Kim sırtınıza en iyi biniyorsa, seyisin iyisi odur. Kim sizi uslu uslu yük çekmeye alıştırıyorsa, en iyi siyaseti o yapıyordur.

Şimdi meselemizin aslına gelebiliriz:

Eyerli, üzengili atlar gibi, birilerini sırtında taşımaktan kurtuluş çaresi bulamamış insanoğlu, bütün macerasının ve bütün mücadelesinin sonunda, başara başara binici seçme hakkı kazanmayı başarmıştır. Binilmeme seçeneğini düşünmek anarşistlik olduğuna göre, en iyi biniciyi seçmek dışında çareniz kalmamıştır. Kırlarda özgürce koşma seçeneği yoksa, en az döven seyis, en az kamçılayan binici, en az tekmeleyen sahip bulacaksınız. Binilmeyi reddedecek gücünü yoksa, belinizde insan taşıyacak gücünüz olacak.

-Hangi insan kardeşim?
-Efsanelerine, şiirlerine, masallarına, şarkılarına konu olduğunuz, süs eşyalarında, başlarının üstünde taşıyan, dost, yaren, yoldaş diye anan ve belinize binen insan…

Siyasetin çirkinliğini milyonlarca örnekle, milyarlarca tecrübeyle anlatmak mümkün olsa da en basit şekliyle en basit çirkinliği, işte bundan ibarettir.

Siyasetçi seyistir ve işi, amacı, sanatı, sizi uslu bir binek hayvanı olarak tutmaktır.

Geçelim.

Memleketimizin içinde bulunduğu seyis krizi sebebiyle, çaresiz atlar olarak daha başarılı bir binici arıyoruz. Bakımsızlıktan, sefaletten, açlıktan, ilgisizlikten, yük taşıyacak halimiz kalmamış. Dört tarafımızdan vahşi hayvan saldırıları da eksik olmuyorken, seyiste bir hareket, kıpırdama, önlem alma çabası görünmüyor. Çaresiz kalabalıklar, kendilerini kurtarıp Red Kit gibi mutlu ufuklara götürecek biniciler arıyor.

İşte, usta binici gibi ortalıkta dolaşan, bağıran, çağıran, gürültü çıkaran yüzlerce at hırsızının ağzını sulandıran şey, bu çaresizlik ortamı, bu kıtlık atmosferidir.
Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler. Bunlar da adam yokluğunda kendilerine adam diyor.

Usain Bolt’un da yarışacağı koşuya katılır mısın?
Muhammed Ali rakip arasa, ringe koşar mısın?
Semih Saygıner’in karşısında bilardo oynar mısın?

Elbette yapmazsın. Diyelim ki yaptın; komik olmaz mı?

Memleketimizde öyle bir idare kadrosu var ki en tuhaf adamlar bile idareci olabileceğine dair umutlara kapılıyor.
Bunları seçen beni de seçer’ diye düşünüyorlar.
Bunlar yapıyorsa, ben kralını yaparım’ diye cesarete geliyorlar.
Bunlar kazanıyorsa, ben neden kazanmayayım’ diye yarışa giriyorlar.

Memleketimizde öyle bir adam yokluğu var ki bu aday çokluğu da işte o sebeple çıkıyor. Açlıktan ağaç kemiren Afrikalılar gibi, yokluktan ne yapacağını şaşıran yurdumuz insanı da her hıyarın peşine bir avuç tuz alıp koşuyor.

Mevcut durumumuzun vahametini de anlatabildiysek, geçelim…

Sevgili kardeşim;
Sırtına binmek için fırsat kollayanlar, ihtiyaçlarını, eksiklerini, umutlarını, hayallerini en iyi anlayan ve bunları en ustaca kullanan uyanıklardır. Maalesef, bu kıtlık ortamında iyi niyetli, temiz kalpli, halis fikirli binicilere denk gelmen, onların sana ulaşması, senin onlara kavuşman çok zordur.
Köşe başları çabuk tutulur. Makam koltukları boş durmaz.
Bin farklı yola ayrılan bir kavşakta duruyorsun ve en iyi ihtimalle, o yollardan bir tanesi gitmek istediğin yere çıkıyor. Herhangi bir tabela, işaret, yol gösterici arıyorsun ama öyle bir gürültü, öyle bir karmaşa, öyle bir trafik var ki yolunu, yönünü tayin etmek için durup düşünmeye bile fırsat bulamıyorsun.

Yapabileceğin tek şey;
Kendin, kendi vicdanın, kendi iraden, kendi fikrin dışında bütün zırıltılara, gürültülere, gösterilere gözlerini, kulaklarını, bütün duyularını kapatmaktır.
Bu kaosun bütün sebebi, ışıklı sahne şovları, planlı tiyatro gösterileri, organize sirk gösterileridir. Sadece dikkatini çekmeye değil; bir yandan da dağıtmaya çalışıyorlar. Sadece kendilerini göstermeye değil; başka şeyleri görmemene çabalıyorlar. Kendine güvenmek, aldanmamak, alıklaşmamak dışında seçeneğin yok.
Işıklar gözünü aldığında, cüzdanını kontrol et.
Yol bir yere çıkmıyorsa, kavşağa dön.
Gürültüden başka bir şey duyulmuyorsa, kulaklarını kapat.

Hepsinden önemlisi şudur kardeşim;
Seni sırtında taşıyacağını söyleyen, seyis adayıdır. Kendine at değil, binici seçiyorsun. Siyaset, sırtına çıkmak için iznini isteyenlerin mesleğidir. Her şeyden önce, bunu unutmamalısın.

Artık son söze gelebiliriz:
Kurtuluş umuduyla karşına çıkanlar arasında, Türkçü gibi görünmeye çalışırken eline yüzüne bulaştıranlara rastlıyorsun.
Türklüğü bin yıllık bir şey, milleti bir ümmetin uşağı, komünist Sebahattin Ali’yi mazlum, bölücü Mehmet Ali Aybar’ı sevgi pıtırcığı, yıkıcı Salih Mirzabeyoğlu’nu dost bilen bu adamlar, ahir ömründe aydınlanma yaşamış gibi bir anda Türkçü kesilebilirler. Sahne şovunun bir parçasıdır…

Elli sene ‘Kanımız aksa da zafer İslamın’ ya da ‘çağrımız İslamda dirilişedir’ diye slogan atıp bir anda Turancı kesilebilirler. Dedim ya, sırtına binmek için iznini istiyorlar. Suyuna gidiyorlar.

Turancılıktan anladığı ‘Müselmanlar birbirini kırmasın, İslâmlar ölmesin’ cümlesinden ibaret olan adamlar karşına çıkıp en samimi hislerini istismar etmeye gözünü dikiyor. Afrikalı açlar gibi ağaç kemirecek duruma düştüğün için çaresizliğinden faydalanmak istiyorlar.

Sevgili kardeşim;
Madem ki siyaset, bu sırta binme işinin meslek olmuş halidir;
bu gibileri sırtında taşımamak için yapacağın en doğru hareket, çifte atmaktır.
Maalesef bunlar, çifteden başka bir şeyden anlamaz.
Bunlar seyislik mesleğini bırakmadıkça, sen o kavşaktaki kaostan kurtulamayacaksın.
Sen sucuk olmak istemiyorsan, bunlar emekli olacak.
O kadar.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

ATATÜRK NE YAPMAMIŞTIR?

IRKÇI MISIN? - 4

ZENCİ