SİNAN

 

Atsız Beğ’in ‘Ahlakî Adalet’ başlıklı bir yazısı var. Talat Aydemir’i idama götüren ikinci darbe girişimi sebebiyle okuldan atılan yaklaşık 1500 Harbiyeli için adalet çağrısı yapan bir bildiri…

Darbe girişimi 1963 yılında yaşanmış, Talat Aydemir’in bu girişimi yapacağını, hükümetin başında bulunan İsmet İnönü’ye Alparslan Türkeş ihbar etmiştir. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam kararını da veren Ali Elverdi Paşa tarafından bu darbe girişimi bastırılmıştır. Emirlere uymak dışında suçu olmadığı halde okuldan atılan Harbiyelilerin 21’i de ayrıca tutukludur ve cezaevinde insanlık dışı muameleye uğramaktadır. Talat Aydemir ve arkadaşları henüz idam edilmiş ve bu olaya karışanlar lanetli ilan edilmişken, Atsız Beğ 1965 yılında bu yazıyla Harbiyelilere adalet için tavır almıştır.

Darbeci diye yaftalanıp okuldan ve toplumdan dışlanan Harbiyelilere ne mi oldu?
Aralarından milletvekilleri, profesörler, iş adamları, gazeteciler, vali, DGM hâkimi, dünya şampiyonu sporcular çıktı. Atsız Beğ’in ömrü vefa etmedi ama 2000 yılında tamamına resmî törenle iade-i itibar verildi. Askeri tesislere girmeleri için verilen kimlik kartlarında, rütbeleri yerine ‘harbiyeli’ yazıldı.

Yazının anlamı şu birkaç cümlede özetlenmiştir: ‘Haksızlığa uğradığı için vatana ihanet eden adamın mazur görülecek hiçbir tarafı yoktur. O yine bir haindir; ancak onun bu ihanetinde onu ihanete zorlayanların da suçu vardır.’

Atsız Beğ; 1944 yılında cezaevine girmelerine sebep olan Irkçılık- Turancılık Davası’ndan tutuklu bulundukları sırada cezaevine gelen bir suçluyu kastederek örnek veriyor. Bahsi geçen vatan haini, lisenin son sınıfında 1 dersten geçemediği için eğitimi yarım kalmış. Kendisini ısrarla geçirmeyen öğretmenine düşman olmuş. Öğretmenini o makama koyan düzene, oradan da hareketle topluma, dolayısıyla Türk milletine ve devletine düşman olmuş. Okulu bırakınca askerlik vazifesine gitmiş. Başarılı görülmüş olacak ki 1. Ordu Karargâhı’nda yazıcı olmuş. Burada eline geçen ne kadar önemli belge varsa, o sırada zirve noktasında devam eden II. Dünya Savaşı’nın en önemli tarafı olan Almanlara götürmüş. Alman Konsolosluğu bu hainin getirdiği belgeleri almayı reddetmiş. Bu defa savaşın diğer tarafına, yani Ruslara götürmüş. Ruslar, bu beleş hizmetten bizim hain yakalanana kadar faydalanmışlar.

Atsız Beğ; bunun gibi örnekleri saydıktan sonra şu tespiti yapmış: ‘…karakteri zayıf olandan sinirleri zayıf olana kadar derece derece birçok insanlar ihanet etmeseler bile topluma küserler, köşeye çekilirler, bir ruh hastası olarak yurt için ebediyen kaybedilmiş insanlar haline gelirler. Onların bu duruma gelmelerine sebep olanlar suçludur. Memlekete fenalık etmiş kimselerdir.

Kendisi de askeri okuldan atılmış olduğu halde, bu atılışın kanunlara uygun olduğunu kabul eden Atsız; mahkeme karşısında beraat etmiş oldukları halde sosyal linçe maruz kalan harbiyelilerin hakkını savunuyor. Ona göre ‘… sosyal adaletin yanında bir de ahlâkî adalet vardır ki, herkesin seviyesine ve yurda yararlılığına göre muameleye tâbi olması demektir. Vicdanların ve mantığın kabul ettiği gerçek adalet de budur’.

Geçelim…

Sinan Ateş, 1983 yılında doğmuş bir köy çocuğudur. Ailenin tek erkek evladıdır. Babası, 12 Eylül darbesinden önce vurulmuş bir ülkücüdür. Sinan’la doğum tarihimiz gibi liseli yıllarımız kesişmiştir. Aynı Ülkü Ocağı’nın yükünü omuzlamışız. Öğretmen lisesi dağın başında ve yatılı olduğu için sadece haftasonlarında ya da tatil günlerinde denk gelmiş, aynı musluktan su içmişiz. Sosyal medya siteleri henüz türemediği ve bizim gibilerin muhitinde bilgisayar da lüks olduğu için dönemin ruhuna en çok hizmet eden dergilerin taşıma gönüllüsü ve meraklı okuyucusuyduk. En başarılı öğrencilerin kazanabildiği devlet parasız yatılı okulunun en azimli okuyucusu da Sinan’dı. Baba evinde başladığı ülkücülük gayreti, ilk okuldan itibaren mahallî teşkilatlarda devam etmişti. Azimle okuduğu ve okutmak için de azimle taşıdığı dergilerde bir gün yazar olma arzusu, o yaşlarda bile kendisini tanımış olan herkesin malûmudur. Sinan, fikren hasım olduğumuz, dünya görüşümüzün karşısında olan kimseler söz konusu olduğunda bile kırıcı konuşmazdı. Ben, bu konuda kendisini bütün dirliğimizde eleştirdim. O derece naif, sabırlı, şükürlü bir adamdı ki başka fikirlerin adamları hakkında kırıcı konuşmakla, onlara aldanmış kimseleri de kıracağımızı, bu aldanmış Türkleri de kazanma ihtimalimizi düşünmeyi savunurdu. Bir evin bir oğlu, muhitimizin çalışkan öğrencisi, üniversite için Ankara’ya gitti. Orada da aynı mücadeleye devam etti. Yen kitap çıkardığında, yeni bir mevzi kazandığında, akademik basamakları tırmandığında, ortak çevremizden haberini alarak iftihar ettik.

Bizim Bursa’da öğrenci olduğumuz yıllarda MHP il başkanı olan İsmet Büyükataman, önce milletvekili, sonra MHP genel sekreteri olmuş; Sinan da akademik kariyeri sırasında kendisinin danışmanlığını yapıyormuş. On yıldan uzun süre, bu adamın arkasını kolladı.
Yanlış hatırlamıyorsam 2013 yılıydı. Venezuela’dan döneli birkaç gün olmuş ve Bursa merkezinde bir bölücü faaliyete müdahale etmiştik. Açılım adını verdikleri ihanet süreci tam gaz devam ettiği için elbette ki kolluk kuvvetleri de bize müdahale etmişti. Berbat bir halde koşturmaca yaşandığı sırada -ayak alışkanlığı olacak- Tahtakale tarafına yöneldik. Ani bir hareketle bir lokantadan yönelen kimseleri fark ettik ama ilk anda dost mu düşman mı, anlamamız mümkün olmadı. Kısa bir telaş, ardından dost kucaklaşması… Sinan, ailesiyle ve tanıdığımız eski bir arkadaşıyla yemek yiyormuş. Ben o sıralarda Kömen Dergisi’ni çıkarıyordum. MHP genel merkezine dergi istedi. Ankara’da bulunmam gerektiğini, meseleleri çözmenin mümkün olduğunu, fikir ayrılığımızın şahıslardan kaynaklandığını, bu sorunların içerden çözülmesinin mümkün olduğunu söyledi. Tekrar konuşmak üzere ayrıldık…

Kendisinden önceki ülkü ocakları başkanı, hayatı boyunca ‘lidere sadakat’ dışında hiçbir şeyi doğru yapmamış, millete askerlik hizmeti dahil faydası olmamış bir kimseydi. Bir Türkçüler Günü sebebiyle Anıtkabir yürüyüşü yapacağımızı duyduğu için bütün Türkiye’deki şubelerinden otobüs kaldırıp aynı gün ve saate Anıtkabir ziyareti düzenleyen bir kindardı. Aklı sıra kan çıkacak, bu da lidere sadakat gösterisi yapacaktı. Umduğu gibi olmadı. Sayemizde Ülkü Ocaklarının da tarihinde toplu bir Anıtkabir ziyareti oldu.

Sinan hem şahsi hem siyasi hayatı faydasız bir kimseden Ülkü Ocakları genel başkanlığı makamını devraldı. Aynen o biçim bir kimseye devretti…

Genel başkanlığını izlerken, ortaokullu, liseli, üniversiteli Sinan’ın heyecanını, kararlılığını, azmini de gördük. Aynen hayal ettiği gibi, çocuk kitapları, gençler için Atatürk’ün Nutuk’u, dergiler dağıtıyor; çocuklar için şenlikler düzenletiyor ve her ile akademik kariyeri olan, Türkçesi ve genel kültürü düzgün, imajı uygun başkanlar atıyordu. Bedel ödemiş, sevilen, emeğini ortaya koyarak çalışan kimseleri makamından almamaya da özen gösteriyordu. Bizim olmayan ama ciğerini bildiğimiz, parmağına çöp batmasın, ayağına taş değmesin istediğimiz bir camiaydı ve neler yaşadığını da gayet iyi görüyorduk.

Sonrası herkesin malûmudur ama bilmeyenler için özet geçeyim:

MHP genel başkanının kayıtsız şartsız biat ettiği ampul iktidarının sözde fikir adamları Atatürk’e ve Türklüğe kin kusma teşebbüsünde bulundukça karşılarına Sinan da çıktı. Kayıtsız şartsız biat etmiş parti başkanı, biat etmeyen ocak başkanını görevden aldı. Halef-selef, liderine sadık kimseler, kancık pusular organize etmek için kolları sıvadı. Organize işlerle meşhur, dönemin içişleri bakanını bir ziyaret ettiler; Sinan görevinden alınıp hedef yapıldı. Bir daha ziyaret ettiler; 30 Aralık 2022’de, Ankara’nın sözde en güvenli semtinde pusuya düşürülerek katledildi.

MHP’den ayrılarak kurulmuş partilerde istediği makama oturma fırsatı olduğu halde yuvasını kurtarmaya çalışan iki kız babası genç bir akademisyeni, işgalci guguk kuşları yuvadan attı.

Pusu kuranlar, o sırada milletvekili olan selefinin evinde yakalandı. Yakalayanlar sürgün edildi.
Soruşturmaya bakan emniyet müdürünü terfi ettirip aradan çıkardılar.
Tetikçileri olay yerine iki polisin getirdiği anlaşıldı.
Olayda kullanılan silah bulunamadı.
Sinan’ın konumunu tetikçilere anlık olarak bildiren kişinin komiser olduğu tespit edildi.
Olayla ilgili 20’den fazla tutuklu var; bir teki bile kendi iradesiyle bir cümle kuracak kimse değil. Torbacı, tetikçi, ayakçı vs…
Ankara’nın ortasında güpegündüz işlenen cinayetin dosyası 17 ayda yapılabildi. Arada savcılar geldi, geçti. Dosyayı yapan son savcı, kaçak göçmenlerle ilgili haber yapan gazetecileri tutuklatan, milliyetçilik diye suç isnat eden savcı…
Mahkeme aceleyle dosyayı kabul etti, çünkü öyle bir dosya ki içinde Sinan’ın eşinin ifadesi bile yok.
Olayın üstünden neredeyse 1,5 yıl ve 2 seçim geçti. Her bir seçim döneminde, siyasi parti adayları Sinan’ın hesabını soracağına yeminler ettiler. Ömrünü vakfettiği MHP ve onun hamisi AKP’ninkiler hariç…

Bu sırada cenazesinde intikam yeminleri edenlerden, ucuz makamlar için saf değiştirenleri hayretle izledik. Ucuz tehditlerle dut yemiş bülbüle dönenleri şaşkınlıkla gördük. Bir eşi kocasız, iki kız çocuğunu yetim, bir anayı gözü yaşlı bıraktılar ve sonunda, ramazanın ilk sahurunda babasını da kaybettik. Musa Ateş, oğlunun kabri başında adalet bekleyerek geçirdiği bir yıldan uzun sürenin ardından, bu iğrenç alemi terk etti.

Sinan Ateş suikastinin mahkemesinin görüleceği bugün belli oldu. Neredeyse 1,5 yıldır, bu konuda soru soran gazetecileri bile tartaklayan MHP yönetimi, genel başkanın ağzından meydan okuyor, bir an önce mahkeme görülsün ve bitsin istiyor. Hiçbir ülkücüyü yargılatmayacak, sorgulatmayacaktılar ama tamamı ülkücü olan 22 sanıklı mahkemenin başlaması ve bitmesi için nedense acele ediyorlar…

Geçelim…

Atsız’ın ‘vicdanların ve mantığın kabul ettiği gerçek adalet’ dediği ahlaki adalet, mahkeme gününü beklemeden tecelli etmiş durumdadır. Bir cinayet planı için torbacı, milletvekili, tetikçi, polis müdürü ayarlayanların, mahkeme ayarlamak için de çabaladığından kimsenin şüphesi yoktur. Maşeri vicdan, ahlaki adalet, suçluları tespit etmiş, yargılamış ve çoktan cezalarını vermiştir.

Talat Aydemir darbesinden suçlanan 1500 harbiyeli, sosyal linç ve cezaevlerinde insanlık dışı muameleye uğratılmış olsa da 37 yıl sonra devlet töreniyle iade-i itibar almıştı.
Sinan Ateş davasında hesaplaşma bu kadar uzun sürmeyecektir.

Sırtını iktidara yaslayarak kalleşlik, namertlik, katillik yapanların güvendiği dağlara kar yağacak, adliyelerde beraat etseler de ahlaki adalet karşısında perişan olacaklardır.

…çünkü bu hesap, devletin değil; milletin meselesi olmuştur.

09/05/2024

Yorumlar

  1. Ve bu iddianameyi savcılar değil;sen gibi değerlilerimiz,yüce milletimiz yazıyor.

    Kendine lütfen iyi bak abi.

    Ç.Öcal

    YanıtlaSil
  2. Adeletin yerini bulması ümidiyle ..

    YanıtlaSil
  3. Varol Caner Kara kalemin susmasın. Türk milleti için güzel günler geldiğinde o günleri de görmeni ,kaleme almanı dilerim.

    YanıtlaSil
  4. Bir yerde canlı yayında sinan ateşi tanimadiginizi söylemiştiniz ama burada teskiki mesainiz geçmiş. Anlamadim dogrusu

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

ATATÜRK NE YAPMAMIŞTIR?

ERDOĞAN'A AÇIK MEKTUP