KUŞAK |



Harflerle ifade ettiğimiz nesiller arasında alfabenin sonuna layık gördüğümüz ilginç kuşakla ilgili ciddi ya da ciddiyetsiz yorumlar, araştırmalar okuyorum. Henüz ölmemiş olduğu için karizmatik olmayan sosyologlar ve düşünürler, bu kuşakla ilgili hemen hemen aynı şeyleri düşünüyor, benzer şeyler yazıyorlar.
Dünya tarihinde önemli şeyler listesi yapılırken kalın harflerle yazılıp altı çizilen başlıklarda bu kuşağın eseri yok. Henüz arıyor.
Şimdilik, kuşağın kendisi bir başlık… Bilinmeyen şey korkutucu olduğu için de bu kuşağa dair yapılan bütün yorumlar dönüp dolaşıp korkuyla endişe arası bir yere çıkıyor. İnsan olarak, çağı-kuşağı fark etmeksizin birbirimizden korkmak için yeterli sebebimiz var. Bu kuşağı tanımasak bile korkmak için kendimizi tanımak yeter de artar bile.
Tanıdığım kadarıyla tarif etmeye çalışacağım:
Bu kuşak; insanlık tarihinin -bir yaprak değil- kalın ciltlere tekabül ettiği devirde doğmuştur. Tekerleğin icadıyla dünyayı değiştiren insanlar da insanken, bu kuşağın bir ferdi yıldız keşfetse mahalli gazeteye bile konu olamamanın ıstırabını yaşıyor.
Bütün insanlık aleminin 1 milyar nüfusa ulaşması ancak 1800’lü yıllarda mümkün oldu. Bugün, aynı gezegende 8 milyar insan yaşıyor. Çok yakında 9 milyara dayanacak…
Tarihin en büyük fatihleri ve mucitleri, birkaç milyon insan arasından sıyrılarak öne çıkarken, bu kuşağın mensubu olan bir genç, herhangi bir yazılı sınavda bile o kadar çağdaşıyla yarışmak zorunda.
Kalabalıkta gelişmesi en zor şey, kişiliktir. Şahsiyet kazanarak varlık göstermek için milyarlarca insan arasında vasatlaşmadan gelişmek, büyük emek ister ve büyük başarıdır. Bu kuşağın insanı, insanlığa dair bütün tezleri, antitezleriyle birlikte, kellelerden üst üste dizilerek yükselmiş bir kule gibi görüyor. Umut vaad eden, kurtuluş yolu olmak iddiasıyla ortaya atılan bütün fikirler, görüşler, ideolojiler, dinler; bu kuşağın nazarından bakıldığında, fikirden ibaret değildir. Fikir sahasında gelişmiş, kitleleri etkilemiş, varlık sahasında yer tuttuktan sonra başarısız uygulamalarıyla birlikte yerlerini yenilerine devretmişlerdir. Bir tez, ne kadar şiddetle ve imanla savunulursa savunulsun, karşısında aynı şiddetle yükselen bir anti-tez var. En azından bu kuşağın nokta-i nazarından bakıldığında görünen manzara budur.
Genel hatlarıyla bakıldığında bu şekilde görünen bir manzara karşısında, bu kuşağın ferdinin aradığı şey ‘manadır’. Bütün fikirler ve karşı fikirler, tezler ve antitezler, denemeler ve başarısızlıklar kargaşasından kafası şişmiş kuşak, kendisi yeniyken eskiye umut bağlamayı elbette reddedecektir; hele ki başkalarının umutlarını çoktan kırmış olan eskiye…
Evet; bu kuşağın aradığı ve icat etmeye çalıştığı şey, manadır.
Bütün mucitler, hayatlarının zorluklarından yola çıkarak, hayat kolaylaştıracak şeyler icat etmiştir. Bu kuşak için de durum aynıdır. Hayatlarının zorluğu manasızlıktan ibarettir ve icat etmeye çalıştıkları şey manadan ibarettir.
Hayatın, var olmanın, insan olmanın, insan kalmanın bir anlamı olmalı.

Peki, mana şart mıdır?
En gelişmiş toplumların en gelişmiş devletleri, nüfuslarının yaş ortalamalarında gençliğin azalması ve aynı oranda yaşlıların çoğalmasından şikayetçi. Sayısız kıyamet ve felaket senaryosu içinde en fazla kafa yorulan ve ciddiye alınan budur.
Nüfusun yaşa göre dağılımında gençlerin azalması, üzerinde durduğumuz kuşağın üremekle ilgilenmediğini de gösteriyor. Aynı toplumlarda ‘yalnız yaşama alışkanlığı’ diye de bir sorun çeşidi var. O kuşak, evlenmekle de eski kuşaklar gibi ilgilenmiyor. Aynı kuşağa mensup olduğu halde evlenmiş olanlar da çocuk yapma yarışını bırakmış durumda.
Bence, kuşak çatışmasının en şiddetlisi budur. Bu popüler kuşak, savaşı çok şiddetli veriyor fakat mücadele yöntemi olarak saldırıyı değil pasif-agresif direnişi benimsemiş durumda. Toplumun alışkanlıklarıyla, dayatmalarıyla, talepleriyle, beklentileriyle uzlaşmıyor. Bu taleplere karşı çıkarken, organize olma, slogan atma, terleme gereği de duymuyor.
Anlaşılma kaygısı yok; kendini ifade etmek için çırpınmıyor, izah etmek için dil dökmüyor, mürekkep harcamıyor.
Bu kuşak izah etmiyor, teklif etmiyor, davet etmiyor, bunlara tenezzül etmiyor.
Sadece reddediyor.
İşte mana arayışının temel sebebi budur. Bütün teklifleri reddederken, bütün davetleri geri çevirirken, bütün fikirlere burun kıvırırken, bunlara bir alternatif de sunamıyor.
Kutsal masallar, ilahi fikirler, en anlamlı davalar, en gösterişli ideolojiler; bunları benimseyen insanlardan en kıymetli varlıklarını talep ederek yükseldi. Eski dünyada, uğruna en fazla can verilen, en fazla fedakârlık yapılan görüşler yükseliyordu. Bu kuşak, yaşamak istiyor.
Evinde kedi besleyerek televizyon dizileri izlediği için yadırganmasının sebebi budur.
Farklı olduğu için göze batıyor. Kayıtsızlığı, duygu istismarcılığını meslek edinmiş olanları rahatsız ediyor. Bağırarak, çırpınarak, köpürerek, kendisi gibi olmayanlara çamur fırlatarak kendini pazarlayan hatipleri dinlemiyor. Konuşanı bile ağlatan vaazlara dönüp bakmıyor bile…
Özetle; yemiyor.
Bu kayıtsızlık, oltayla avlananları çileden çıkarıyor.
Eski yemlerle avlananlar bu duruma isyan ederken, bu malum kuşak, sahte yemler arasından sıyrılarak gerçek bir manayla doyma ihtiyacını gidermeyi umuyor.
Evet; kuşak çatışmasının en şiddetlisi budur.
Usturasını deriyle bir saat bileyledikten sonra sabun köpürterek tıraş olan dedeyle,
kimyasal köpükle, üç bıçaklı tıraş bıçağıyla sakalını kesen torun açısından, sakal tıraşının manası aynı değildir. Birincisi için sinek kaydı tıraş bir anlam taşıyordu. İkincisi açısından alelade bir iştir.
Topluma karışacağı zamanlar için askıda kolalı gömlek bulunduran dedeyle, yırtık pantolonu moda eden kuşağın ‘giyinmekten’ anladığı şey aynı değildir.
Dededen kalma hatıra fotoğraflarda görünen kişiler, banyodan on günde gelecek analog makinaya poz verme ciddiyetini yaşayan kişilerdi. İki, üç, dört kameralı telefonuyla peş peşe yüz tane selfie çekip 99’unu sildikten sonra 1’ini paylaşan ve bir daha da dönüp bakmayan torundan aynı ciddiyet beklenmiyor.
Bir tek konuda, bir tek makale okumak için kravatını takıp kütüphaneye gitmek zorunda olan nesille, pofuduk terlikli ayağını sehpaya uzatıp kulaklıkla müzik dinlerken ‘araştırma’ yapan nesil nasıl anlaşabilir?
Bunlardan biri yanlış, biri doğru değildir. İkisi de gerçektir.
Biri yaşanmış; diğeri yaşanmaktadır.
Kanun böyle değil mi?
Az bulunan şey kıymetlidir; bollaştıkça ucuzlar.
Tıraş bıçağı, fotoğraf makinası, kitap ve nihayet ‘insan’
Yıllar önce, iletişiminin gelişme biçiminde yaşanan sorunlarla ilgili bir makale okumuştum.
Şöyle bir tespit vardı:
Günümüzde insanlar bir  internet sitesine girmek istediğinde, o internet sitesi 3 saniyeden geç açılıyorsa, bir daha o siteye ulaşmaya çalışmıyorlar. Üç saniyeden sonra alternatif sitelere yöneliyorlar ve hangisi erken açılıyorsa onu tercih ediyorlar. Konu ne olursa olsun; internet sitesi erken açılanı daha ciddi, daha güvenilir, daha sağlıklı, daha önemli görüyorlar.
İnsanlığın geldiği noktaya dair endişeler, birbirine çok benzer şekillerde ifade edilir. Bence, bütün kuşakların insanları, insanlığın bittiğinden şikâyet ederek öldüler. Değerlerinin değersizleşmesine şahit olarak yaşandılar.
 Bütün kuşaklar, kendilerinden önceki kuşaklarla rekabete girmiş ve sonraki kuşağa yenilmiştir. Bunda dehşete düşecek, panik yapacak, kahırlanacak bir şey yok; doğanın kanunudur. Bu yazının konusu olan kuşağın tek farkı, aradığı manayı insanlığın mirasında değil; geleceğinde aramasıdır.
Tükenen şey sevgi-saygı değil; sabırdır.
İnsanlık bitmiş değildir; tam tersine çoğalmıştır.
Biten şey tahammüldür.
Bu kuşak da insanlık tarihinin parçasıdır ve alfabenin son harfini hak edecek bir şey yapmış değildir. Zurnanın son deliği değildir.
Durgunluğu, bezginliği, yılgınlığı, tembelliği, sabırsızlığı, tahammülsüzlüğü; çürütülmüş fikirlere ve sistemlere karşı bir protesto biçimidir.
Panik yapacak bir şey yok. Yay ne kadar gerilirse, ok da o kadar uzağa gidecektir.
Gök kubbemizin ötesinde, okyanusların dibinde, dağların zirvesinde, toprakların altında arayışımız bitmediği gibi zihinlerde arayışımız da bitmeyecektir.
Buralarda bulacaklarımız konusunda endişelerimiz olsa da merakımız o endişelerimizden üstün gelmeye devam ediyor.
Zihinlerde süren arayıştan endişe etmek de beyhudedir.
Bu kuşak, aradığı manayı bulacak ve o arayış bitmeden, o mana bulunmadan, sıradaki hedefe geçmek mümkün olmayacaktır.
Dört tekerlekli araçlar, dört nala koşan atları emekli etti.  
Üç saniyede bir makale indirenlerin çözümleri, bir makaleye ulaşmak için kütüphanede bir gün harcamak zorunda kalanların çözümlerini de geride bırakacaktır.
Sorun olarak gördükleriniz, çözüm bularak karşımıza çıkacaktır.
İnsanlık, şikâyet edenleri değil; çözüm üretenleri hatırlar.
Sevgiler.
Caner KARA
12/03/2020

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ATATÜRK NE YAPMAMIŞTIR?

IRKÇI MISIN? - 4

ZENCİ